Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmelerde üst üste tam on bir defa yemin etmektedir: Güneşe, Onun aydınlığına, Güneşi izleyip edip, onun batmasından sonra geceleyin ortaya çıkan aya, Güneşi bütün berraklığı ile ortaya çıkaran gündüze, Güneşi karanlığı ile örten ve onun görünmesini engelleyen geceye, Göğe, Onu pek yüksek bir kubbe hâlinde ve eşsiz bir nizam içinde binâ eden Allah’a, Yeryüzüne, Onu canlıların yaşaması için yayıp döşeyen Allah’a, Nefse, Onu en güzel şekilde biçimlendirip düzenleyen, ona fücûr ve takvâsını ilham eden Allah’a! Bu on bir yeminin ardından bir de mânayı daha çok kuvvetlendirmesi için “elbette, mutlaka” mânasında قد (kad) edatını kullanmakta ve ancak bu güçlü te’kîd ve te’yîdlerden sonra nefsini arındırıp temizleyen kimsenin, mutlaka kurtuluşa ereceğini; aksine onu günah ve mâsiyetlerle kirleten kimsenin ise muhakkak hüsrâna uğrayacağını beyân etmektedir. Câlib-i dikkattir ki, Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak, nefs tezkiyesinden başka hiçbir hususta, bu şekilde üst üste on bir defa yemin etmemektedir. Bu gerçek, insanın kurtuluşu için nefs tezkiyesinin ne kadar mühim ve zarûrî olduğunu ifadeye kâfîdir.
Cenâb-ı Hakk’ın yemin etmesi, üzerine yemin edilen varlıkların kıymet ve şereflerini bildirmekle beraber, aslında o yeminden sonra ifade edilen ilâhî beyânın, azamet ve ehemmiyetini göstermek içindir. Bu âyetlerdeki yeminlerde de durum böyledir. Bu yeminlerle bir taraftan, bu varlıkları yaratan Allah’ın sonsuz kudretine dikkat çekilirken, bir taraftan da yeminlerin cevabı olarak gelen insan gerçeğine, nefsin hakikatine ve ebedî kurtuluş için onu tezkiye etmenin ehemmiyetine nazar-ı dikkatler celbedilir.
Diğer taraftan üzerine yemin edilen hususlar ile nefsin mâhiyeti arasında da kuvvetli bir irtibat vardır. Şöyle ki: Kur’ân-ı Kerîm, gerçekleri zihinlere iyice yerleştirmek için konuları çoğu kez zıtlarıyla izah eder. Burada da daha çok zıtlar üzerinde durulur. Alamet ve neticelerinin aynı olmadığı, birbirinin hep diğerinin tersi olduğu belirtilir. Bu açıdan bakıldığında:
Güneş ve ay birbirinin zıddı sayılabilir. Çünkü güneş çok parlak, aynı zamanda sıcaktır. Buna karşın ayın kendisi aydınlık değildir. Güneş varken, aslında o da gökte olmasına rağmen ay görünmez. Ancak güneş battıktan sonra ortaya çıkar. Fakat, güneş gibi, geceyi gündüze çevirecek kadar aydınlığı yoktur. Ayrıca onun parlaklığında, güneşin ısısıyla meydana gelen şeyleri oluşturacak kadar sıcaklık da yoktur. Bununla birlikte ayın kendine has bazı özellikleri de güneşte yoktur.
Gündüz ile gece de birbirinin zıddıdır. İkisinin tesir ve sonuçları elbette aynı değildir. Gök ile yer de birbirinin zıddıdır. Rabbimiz göğü yükseğe asmış, yeryüzünü ise semâ tavanı altında yatak gibi döşemiştir. İkisi de kâinatın nizamına hizmet etmektedir. Ancak ikisinin tesir ve neticeleri gök ile yer kadar farklıdır. İşte birbirine zıt bu deliller serdedildikten sonra insanın nefsine işaret edilir. Cenâb-ı Hakk’ın, birbirine zıt olan fücûr ve takvâyı, kötülük ve iyiliği iki zıt temâyül olarak onun benliğine yerleştirdiği haber verilir. Bunlar güneş ve ay, gündüz ve gece, gök ve yer gibi biri diğerine zıt iki özelliktir. Çünkü birisi fücurdur ve kötü bir şeydir; öbürü ise takvâdır ve iyi bir şeydir. Güneş ve ay, gece ve gündüz, gök ve yeryüzü nasıl aynı şey değilse, onların tesir ve neticeleri nasıl birbirinden farklı ise, fücur ve takvâ da birbirine zıttır. Tesir ve sonuçları kesinlikle farklı olacaktır. Fücur, Allah Teâlâ’nın fücur diye haber verdiği şeydir. Takvâ da O’nun kabul buyurduğu takvâdır. Allah’ın indinde bu iki şeyin neticesi de ayrıdır. Buna göre insan bu dünyada iyilikle kötülüğü aynı görmemelidir. Allah’ın iyi dediğini iyi tanıyıp onun peşinden gitmeli; kötü dediğini kötü tanıyıp ondan da uzaklaşmalıdır. Çünkü Allah iyiliğin peşinden gidenlere mükâfat verecek, kötülüğün peşinden gidenleri ise cezalandıracaktır.
1. Ve-şşemsi ve duhâhâ
Yemin olsun güneşe ve onun kuşluk vaktindeki aydınlığına,
2. Velkameri iżâ telâhâ
Güneşi izleyip ışığını yansıtan aya,
3. Ve-nnehâri iżâ cellâhâ
Onu ortaya çıkarıp gösteren gündüze,
4. Velleyli iżâ yaġşâhâ
Onu bürüyüp gizleyen geceye,
5. Ve-ssemâ-i vemâ benâhâ
Gökyüzüne ve onu binâ edene,
6. Vel-ardi vemâ tahâhâ
Yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene,
7. Ve nefsin vemâ sevvâhâ
Nefse ve onu düzgün bir biçimde yaratıp düzenleyene,
8. Fe-elhemehâ fucûrahâ ve takvâhâ
Ona kötü ve iyi olma kâbiliyetini ilham edene ki:
9. Kad efleha men zekkâhâ
Nefsini maddî ve mânevî kirlerden temizleyen kesinlikle kurtuluşa erecektir.
10. Ve kad ḣâbe men dessâhâ
Onu günahlara gömen de elbette ziyâna uğrayacaktır.
11. Keżżebet śemûdu bitaġvâhâ
Semûd kavmi, sınır tanımaz azgınlığı yüzünden peygamberini yalanladı.
12. İżi-nbe’aśe eşkâhâ
Nihâyet diğerlerinin kışkırtmasıyla içlerinde en azılı olanı, deveyi kesmek için ileri fırladı.
13. Fekâle lehum rasûlu(A)llâhi nâkata(A)llâhi ve sukyâhâ
Allah’ın peygamberi Sâlih onlara: “Allah’ın mûcize olarak yarattığı şu dişi deveye zarar vermekten sakının ve onun su içme hakkına dokunmayın” dedi.
14. Fekeżżebûhu fe’akarûhâ fedemdeme ‘aleyhim rabbuhum biżenbihim fesevvâhâ
Fakat onu yalanladılar ve deveyi kestiler. Rableri de günahları yüzünden başlarına azap indirip hepsini yerle bir etti.
15. Velâ yeḣâfu ‘ukbâhâ
Allah, onları helâk etmesinin sonucundan asla endişe duyacak değildir!
Kur’an-ı Kerim: Leyl Suresi Meali