İmsak Vakti a 02:00
Mersin KAPALI 13°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Rıfat Şentürk

Rıfat Şentürk

14 Ağustos 2024 Çarşamba

DİĞER YAZARLARIMIZ

Kur’an-ı Kerim: Bakara Suresi Türkçe Meali

Kur’an-ı Kerim: Bakara Suresi Türkçe Meali
19

BEĞENDİM

ABONE OL

“Elif. Lâm. Mîm.”, tefsir ilminde “hurûf-i mukattaa” diye bilinen ve “ayrı ayrı okunan harfler”dir. Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi dokuz sûresine bu harflerle başlanır. Bazıları sûre başlarında müstakil bir ayet iken, bazıları da âyetin bir bölümüdür. Buradakiler ise müstakil bir ayettir. Bu harfler, Kur’an’ın müteşâbih âyetlerindendir. Müteşâbih, birden çok mâna ifade etmesi sebebiyle hangisinin kastedildiği okuyanların çoğu tarafından tam olarak anlaşılamayan âyetlere denir. Bu harflerin mâhiyeti ve hangi mânaya geldiği hususunda pek çok görüş bulunmaktadır. Bunlar arasında tercih edilen görüşler şunlardır: Bu harfler, Kur’ân-ı Kerîm’in Allah kelâmı olduğuna inanmayanlara meydan okumak için bazı sûrelerin başına getirilmiş ve âdetâ şu mâna kastedilmiştir: “Kur’an-ı Kerîm, şu gördüğü­nüz ve işittiğiniz harflerden oluşan kelime ve cümlelerden meydana gelmektedir. Siz bu harfleri bili­yorsunuz. O hâlde gücünüz yetiyorsa haydi siz de bu harfleri kullanarak Kur’an’a benzer bir kitap ortaya koyun!”

الٓمٓۚ

1. Elif-lâm-mîm: Hurûf-i mukattaa, Allah ve Rasûlü arasında hususi şifrelerdir. Mânasını ancak Allah ve Rasûlü bilir. Bu görüşte olan âlimler, “Onlar Kur’ân’ın sırrıdır. Biz zâhirine inanır, mânasını Allah’a bırakırız” derler. Cenab-ı Hak, tek tek okunan bu harflerle muhatapların dikkatlerini çekerek, bir an için her işi bırakıp vahyedilen muazzam ilâhî hakikatleri can kulağıyla dinlemelerini temin etmektedir. Zira insan fıtratında, görmediği ve duymadığı garib şeylere karşı ilgi duyma özelliği vardır. İnsanlar, bu harflerin mânasını anlamaya çalışırken, onlardan sonra gelen bölümleri de dinlerler ve böylece maksad hâsıl olur. Başında bu­lundukları sûrelerin muhtevalarına dikkat çekmek üzere Allah Teâlâ bu harflerle yemin etmektedir. Bu sırlı harflerin kapleri derinden sarsan uyarıcı ve uyandırıcı sadasının peşinden insanlığın kurtuluş muştusu olacak yüce bir kitaba işaret edilerek buyruluyor.

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ

2. Zalikel kitabu la reybe fih, huden lil muttekin: Bu Kitap, mutlak gerçeğin ta kendisidir. O, muttakiler için hidayettir.

اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ

3. Ellezine yu’minune bil gaybi ve yukimunes salate ve mimma razaknahum yunfikun: Onlar; gayba inanırlar, salatı ikame ederler ve verdiğimiz rızıktan infak ederler.

وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ

4. Vellezine yu’minune bi ma unzile ileyke ve ma unzile min kablik ve bil ahireti hum yukınun: Onlar, sana indirilene ve senden önce indirilmiş olanlara inanırlar. Ve onlar, ahirete de kesin olarak inanırlar.

اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

5. Ulaike ala huden min rabbihim ve ulaike humul muflihun: Onlar, Rabb’lerinden bir hidayet üzerindedirler. Kurtuluşa erenler onlardır.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

6. İnnellezine keferu sevaun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum la yu’minun: Şu bir gerçektir ki: Kafirleri uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar.

خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟

7. Hatemallahu ala kulubihim ve ala sem’ıhim, ve ala ebsarihim gışaveh, ve lehum azabun azim: Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerinde perde vardır. Onları büyük bir azap beklemektedir.

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِن۪ينَۢ

8. Ve minen nasi men yekulu amenna billahi ve bil yevmil ahıri ve ma hum bi mu’minin: Kimi insanlar, inanmadıkları halde, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inandıklarını söylerler.

يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَۜ

9. Yuhadiunallahe vellezine amenu, ve ma yahdeune illa enfusehum ve ma yeş’urun: Onlar, Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışıyorlar. Oysa sadece kendilerini aldatıyorlar da bunun ayırdında değiller.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضاًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

10. Fi kulubihim maradun, fe zadehumullahu marada ve lehum azabun elimun bi ma kanu yekzibun: Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da bu hastalıklarını arttırmıştır. Bu yalancılıklarından dolayı onlara can yakıcı bir azap vardır.

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِۙ قَالُٓوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ

11. Ve iza kile lehum la tufsidu fil ardı, kalu innema nahnu muslihun: Onlara, “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” denildiğinde, “Biz ancak düzelticileriz.” derler.

اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ

12. E la innehum humul mufsidune ve lakin la yeş’urun: İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat bunun ayırdında değiller.

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَـهَٓاءُۜ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَـهَٓاءُ وَلٰكِنْ لَا يَعْلَمُونَ

وَاِذَا لَقُوا الَّذٖينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَوْا اِلٰى شَيَاطٖينِهِمْۙ قَالُٓوا اِنَّا مَعَكُمْۙ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُ۫نَ

14. Ve iza lekullezine amenu kalu amenna, ve iza halev ila şeyatinihim, kalu inna meakum, innema nahnu mustehziun: İman edenlerle karşılaştıkları zaman: “İnandık.” derler. Şeytanları ile baş başa kaldıkları zaman, “Biz, sizinle beraberiz; onlarla sadece alay ediyoruz.” derler.

اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

15. Allahu yestehziu bihim ve yemudduhum fi tugyanihim ya’mehun: Allah da onları alay konusu yapar. Azgınlıkları içinde bocalayıp durmalarına zaman tanır.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰىۖ فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ

16. Ulaikellezineşterevud dalalete bil huda, fe ma rabihat ticaretuhum ve ma kanu muhtedin: Onlar, doğru yola karşılık sapkınlığı satın almışlardır. Bu ticaretlerinde bir kazanç yoktur. Ve doğru yolu bulamamışlardır.

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَاراًۚ فَلَمَّٓا اَضَٓاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ ف۪ي ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ

17. Meseluhum ke meselillezistevkade nara, fe lemma edaet ma havlehu zeheballahu bi nurihim ve terekehum fi zulumatin la yubsirun: Onların durumu karanlıkta ateş yakan kimselerin durumu gibidir. Ateş, etraflarını aydınlatır aydınlatmaz, Allah onların ışığını yok eder ve onları karanlıklar içinde görmez halde bırakır.

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَۙ

18. Summun bukmun umyun fe hum la yerciun: Sağır, dilsiz ve kördürler. Artık doğru yola dönmezler.

اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ ف۪يهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌۚ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِۜ وَاللّٰهُ مُح۪يطٌ بِالْكَافِر۪ينَ

19. Ev ke sayyibin mines semai fihi zulumatun ve ra’dun ve berk, yec’alune esabiahum fi azanihim mines savaiki hazaral mevt, vallahu muhitun bil kafirin: Ya da onların durumu; içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşekler bulunan, sağanak bir yağmurda; ölüm korkusuyla, yıldırım sesinden kulaklarını parmaklarıyla tıkayan kimselerin durumuna benzer. Oysaki Allah, kafirleri her yönden kuşatmıştır.

يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْۜ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا ف۪يهِۙ وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟

20. Yekadul berku yahtafu ebsarehum kullema edae lehum meşev fihi, ve iza azleme aleyhim kamu ve lev şaellahu le zehebe bi sem’ihim ve ebsarihim innallahe ala kulli şey’in kadir: Şimşek, neredeyse görmelerini yok edecekti. Şimşek, aydınlık verince ışığında yürürler; üzerlerine karanlık çökünce de oldukları yerde kalakalırlar. Allah dileseydi onların işitme ve görme yeteneklerini tamamen yok ederdi. Kuşkusuz, Allah’ın gücü her şeye yeter.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ

21. Ya eyyuhen nasu’budu rabbekumullezi halakakum vellezine min kablikum leallekum tettekun: Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb’inize kulluk edin ki takva sahibi olasınız.

اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشاً وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءًۖ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَكُمْۚ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَاداً وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

22. Ellezi ceale lekumul arda firaşen ves semae binaa, ve enzele mines semai maen fe ahrece bihi mines semarati rızkan lekum, fe la tec’alu lillahi endaden ve entum ta’lemun: O ki sizin için yeri bir döşek, göğü de bir bina yaptı ve gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. O halde, Allah’a bile bile denkler koşmayın.

وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪ۖ وَادْعُوا شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

23. Ve in kuntum fi reybin mimma nezzelna ala abdina fe’tu bi suretin min mislihi, ved’u şuhedaekum min dunillahi in kuntum sadıkin: Eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku duyuyorsanız, o zaman ona denk bir sure getirin. Allah’tan başka bütün tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru söyleyen kimselerseniz!

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُۚ اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ

24. Fe in lem tef’alu ve len tef’alu fettekun narelleti vakuduhan nasu vel hicaratu, uiddet lil kafirin: Eğer bunu yapamazsanız, ki asla yapamayacaksınız, o halde Kafirler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun.

وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقاًۙ قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهاًۜ وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

25. Ve beşşirillezine amenu ve amilus salihati enne lehum cennatin tecri min tahtihel enhar, kullema ruziku minha min semeretin rızkan kalu hazellezi ruzıkna min kabl ve utu bihi muteşabiha, ve lehum fiha ezvacun mutahharatun ve hum fiha halidun: İman edip, salihatı yapanları; içlerinde ırmaklar akan cennetler ile müjdele. Onlara ne zaman yiyecek bir şey sunulsa: “Bu daha önce rızıklandığımız şeydir.” derler. Oysa bu onlara benzer olarak verilmiştir. Onlar için arındırılmış eşler vardır. Ve onlar, orada kalıcıdırlar.

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْـي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلاً مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاًۢ يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يراً وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يراًۜ وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَۙ

26. İnnallahe la yestahyi en yadribe meselen ma beudaten fe ma fevkaha fe emmellezine amenu fe ya’lemune ennehul hakku min rabbihim, ve emmellezine keferu fe yekulune maza eradallahu bi haza mesela, yudıllu bihi kesiran ve yehdi bihi kesira ve ma yudıllu bihi illel fasıkin: Doğrusu Allah, bir sivrisineği veya ondan daha küçüğünü örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler, bunun, Rabb’lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Kafirler ise: “Allah, bu örnekle neyi amaçlamıştır?” derler. Allah, bu örnekle birçok kimseyi saptırır, birçok kimseyi de doğru yola iletir. Bununla, ancak fasıkları saptırır.

اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ۖ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

27. Ellezine yenkudune ahdallahi min ba’di misakıh, ve yaktaune ma emerallahu bihi en yusale ve yufsidune fil ard ulaike humul hasirun: Misaklerinden sonra Allah’ın ahdini bozanlar; Allah’ın bağlı kalınmasını istediği şeyle bağlarını koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar, hüsrana uğrayacaklardır.

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتاً فَاَحْيَاكُمْۚ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

28. Keyfe tekfurune billahi ve kuntum emvaten fe ahyakum, summe yumitukum summe yuhyikum summe ileyhi turceun: Allah’a, nasıl gerçeğin üzerini örterek nankörlük edersiniz? Sizi ölüler iken var etti, sonra sizi öldürecek, sonra tekrar dirilterek kendisine döndürecektir.

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟

29. Huvellezi halaka lekum ma fil ardı cemian summesteva iles semai fe sevvahunne seb’a semavat, ve huve bi kulli şey’in alim: O ki yeryüzündekilerin tamamını sizin için yarattı. Sonra O, göğe istiva etti; onları yedi gök halinde düzenledi. O, Her şeyi bilen’dir.

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

30. Ve iz kale rabbuke lil melaiketi inni cailun fil ardı halifeh, kalu e tec’alu fiha men yufsidu fiha ve yesfikud dima, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek, kale inni a’lemu ma la ta’lemun: Hani! Bir zamanlar Rabb’in, meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife tayin edeceğim.” demişti. Melekler: orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi halife yapacaksın? Oysa biz Seni övgü ile yüceltip kutsuyoruz.” dediler. Allah: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi.

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُ۫ن۪ي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

31. Ve alleme ademel esmae kulleha summe aradahum alel melaiketi fe kale enbiuni bi esmai haulai in kuntum sadikin: Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları meleklere sunup: “Eğer doğru söyleyenlerden iseniz bunların isimlerini bana bildirin.” dedi.

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

32. Kalu subhaneke la ilme lena illa ma allemtena inneke entel alimul hakim: Melekler de: “Sen subhansın. Bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen her şeyi gerçeği ile bilensin.” dediler.

قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۙ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ

33. Kale ya ademu enbi’hum bi esmaihim, fe lemma enbeehum bi esmaihim, kale e lem ekul lekum inni a’lemu gaybes semavati vel ardı ve a’lemu ma tubdune ve ma kuntum tektumun: Allah: “Ey Âdem! Bunların isimlerini onlara bildir.” dedi. Âdem isimleri onlara bildirince, Allah meleklere: “Göklerin ve yerin gaybını Ben bilirim; Ben, sizin açıkladıklarınızı da içinizde gizlediklerinizi de bilirim, dememiş miydim?” dedi.

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

34. Ve iz kulna lil melaiketiscudu li ademe fe secedu illa iblis, eba vestekbere ve kane minel kafirin: Sonra meleklere: “Âdem için secde edin.” dedik. İblis hariç hemen secde ettiler. O, yüz çevirip büyüklük tasladı. O kafirlerdendi.

وَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ

35. Ve kulna ya ademuskun ente ve zevcukel cennete ve kula minha ragaden haysu şi’tuma ve la takraba hazihiş şecerete fe tekuna minez zalimin: Dedik ki: “Ey Âdem! Eşinle birlikte cennette oturun. Orada dilediğiniz her şeyden bol bol yiyin. Fakat şu şecereye yaklaşmayın; yoksa haksızlık yapmış olursunuz.

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

36. Fe ezellehumaş şeytanu anha fe ahrecehuma mimma kana fih, ve kulnahbitu ba’dukum li ba’din aduvv, ve lekum fil ardı mustekarrun ve metaun ila hin: Fakat şeytan onları, oradan kaydırdı. Böylece ikisini de içinde bulundukları durumdan çıkardı. Biz de: “Birbirinize düşman olarak inin. Yeryüzü, belli bir süreye kadar size barınak ve geçinme yeri olacak.” dedik.

فَتَلَقّٰٓى اٰدَمُ مِنْ رَبِّه۪ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِۜ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ

37. Fe telekka ademu min rabbihi kelimatin fe tabe aleyh, innehu huvet tevvabur rahim: Derken Âdem, Rabb’inden kelimeler aldı. Böylece, Âdem’in tevbesini kabul etti. Kuşkusuz O, Tevbeleri kabul eden’dir, Rahmeti kesintisiz’dir.

قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَم۪يعاًۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

38. Kulnahbitu minha cemia, fe imma ye’tiyennekum minni hudenfe men tebia hudaye fe la havfun aleyhim ve la hum yahzenun: “Hepiniz oradan inin dedik. Ben’den bir hidayet geldiğinde kim hidayetime uyarsa, artık onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟

39. Vellezine keferu ve kezzebu bi ayatina ulaike ashabun nar, hum fiha halidun: Ayetlerimizi küfredip yalanlayanlar, Cehennemliktirler. Ve onlar, orada sürekli kalacaklardır.

يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَوْفُوا بِعَهْد۪ٓي اُو۫فِ بِعَهْدِكُمْ وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ

40. Ya beni israilezkuru ni’metiyelleti en’amtu aleykum ve evfu bi ahdi ufi bi ahdikum ve iyyaye ferhebun: Ey İsrailoğulları! Size bağışladığım nimetimi anımsayın. Bana verdiğiniz sözü tutun ki Ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Ve yalnızca, Bana karşı gelmekten sakının.

وَاٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلْتُ مُصَدِّقاً لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُٓوا اَوَّلَ كَافِرٍ بِه۪ۖ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَناً قَل۪يلاًۘ وَاِيَّايَ فَاتَّقُونِ

41. Ve aminu bi ma enzeltu musaddikan li ma meakum ve la tekunu evvele kafirin bih, ve la teşteru bi ayati semenen kalilen ve iyyaye fettekuni: Yanınızdakini “tasdik edici” olarak gönderdiğimize inanın. Onu Küfr edenlerin ilki siz olmayın. Ayetlerimi az bir değere değişmeyin. Ve Bana karşı takvalı olun.

وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

42. Ve la telbisul hakka bil batılı ve tektumul hakka ve entum ta’lemun: “Hakk’ı Batıl’la” karıştırıp, bile bile “Hakk’ı” gizlemeyin.

وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِع۪ينَ

43. Ve ekimus salate ve atuz zekate verkeu mear rakiin: Salatı ikame edin, zekatı yapın. Ve ruku edenlerle birlikte ruku edin.

اَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

44. E te’murunen nase bil birri ve tensevne enfusekum ve entum tetlunel kitab e fe la ta’kılun: İnsanlara bir olmalarını buyuruyorsunuz da kendinizi unutuyor musunuz? Oysa Kitap’ı da okuyorsunuz. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?

وَاسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ وَاِنَّهَا لَكَب۪يرَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِع۪ينَۙ

45. Vesteinu bis sabri ves salat, ve inneha le kebiretun illa alel haşiin: Sabır ve salatla yardım isteyin. Kuşkusuz bu içtenlikle itaat edenlerden başkasına ağır gelir.

اَلَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَاَنَّهُمْ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ۟

46. Ellezine yezunnune ennehum mulaku rabbihim ve ennehum ileyhi raciun: Onlar ki: Rabb’lerine kavuşacaklarını ve kesinlikle O’na döneceklerini bilirler.

يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ

47. Ya beni israilezkuru ni’metiyelleti en’amtu aleykum ve enni faddaltukum alel alemin: Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve size alemler üzerinde lütufta bulunduğumu hatırlayın.

وَاتَّقُوا يَوْماً لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـٔاً وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

48. Vetteku yevmen la teczi nefsun an nefsin şey’en ve la yukbelu minha şefaatun ve la yu’hazu minha adlun ve la hum yunsarun: Öyle bir günden korunup sakının ki: Hiç kimse bir başkasına yardım edemez. Kimseden şefaat kabul edilmez. Kimseden fideye de alınmaz. Kimseye yardım da edilmez.

وَاِذْ نَجَّيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ

49. Ve iz necceynakum min ali fir’avne yesumunekum suel azabi yuzebbihune ebnaekum ve yestahyune nisaekum ve fi zalikum belaun min rabbikum azim: Hatırlayın! Sizi, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayarak, azabın en kötüsüne uğratan Firavun’un adamlarından kurtarmıştık. Bunda, sizin için Rabb’inizden büyük bir sınav vardı.

وَاِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَاَنْجَيْنَاكُمْ وَاَغْرَقْـنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ

50. Ve iz farakna bikumul bahre fe enceynakum ve agrakna ale fir’avne ve entum tenzurun: Hatırlayın! Denizi yararak sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde Firavun taraftarlarını denizde boğmuştuk.

وَاِذْ وٰعَدْنَا مُوسٰٓى اَرْبَع۪ينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ

51. Ve iz vaadna musa erbaine leyleten summettehaztumul icle min ba’dihi ve entum zalimun: Hatırlayın! Musa ile kırk gece için sözleşmiştik. Sonra siz, onun arkasından buzağı yaparak zalimleştiniz.

ثُمَّ عَفَوْنَا عَنْكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

52. Summe afevna ankum min ba’di zalike leallekum teşkurun: Sonra, bunun ardından, belki şükredersiniz diye sizi affettik.

وَاِذْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَالْفُرْقَانَ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

53. Ve iz ateyna musal kitabe vel furkane leallekum tehtedun: Doğru yolu bulasınız diye, Musa’ya Kitap’ı ve Furkan’ı verdik.

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ اَنْفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُٓوا اِلٰى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْۜ فَتَابَ عَلَيْكُمْۜ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ

54. Ve iz kale musa li kavmihi ya kavmi innekum zalemtum enfusekum bittihazikumul icle fe tubu ila bariikum faktulu enfusekum zalikum hayrun lekum inde bariikum fe tabe aleykum innehu huvet tevvabur rahim: Hatırlayın! Musa, halkına: “Ey halkım! Siz buzağıyı edinmekle kuşkusuz kendinize zulmettiniz. Hemen tevbe edin ve böylece nefislerinizi öldürün. Bu Bari’nizin yanında sizin için hayırlı olandır.” demişti. Sonra da O, tevbenizi kabul etmişti. Kuşkusuz O, Tevbeleri Kabul Eden’dir, Rahmeti Kesintisiz’dir.

وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى نَرَى اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ

55. Ve iz kultum ya musa len nu’mine leke hatta nerallahe cehreten fe ehazetkumus saikatu ve entum tenzurun: Hani siz: “Ey Musa! Allah’ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayız.” demiştiniz de o an, bakıp dururken, sizi yıldırım gürültüsü yakalamıştı.

ثُمَّ بَعَثْنَاكُمْ مِنْ بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

56. Summe beasnakum min ba’di mevtikum leallekum teşkurun: Sonra, şükredesiniz diye ölümünüzün ardından sizi dirilttik.

وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

57. Ve zallelna aleykumul gamame ve enzelna aleykumul menne ves selva kulu min tayyibati ma razaknakum ve ma zalemuna ve lakin kanu enfusehum yazlimun: Ve bulutları üzerinize gölge yaptık. Size menn ve bıldırcın bağışladık. “Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin.” dedik. Onlar, Bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı.

وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَداً وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْۜ وَسَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ

58. Ve iz kulnadhulu hazihil karyete fe kulu minha haysu şi’tum ragaden vedhulul babe succeden ve kulu hıttatun nagfir lekum hatayakum ve senezidul muhsinin: Hani: “Şu şehre girin, orada dilediğinizden bol bol yiyin. O kapıdan secde ederek girin. Ve “bizi bağışla” deyin ki Biz de yanlışlarınızı bağışlayalım. İyilik yapanlara daha fazlasını vereceğiz.” demiştik.

فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا قَوْلاً غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَنْزَلْنَا عَلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ۟

59. Fe beddelellezine zalemu kavlen gayrellezi kile lehum fe enzelna alellezine zalemu riczen mines semai bima kanu yefsukun: Fakat zalimler, sözü, söylenenden başka bir şekle soktular. O zalimlere, doğru yoldan sapmalarına karşılık gökten bir azap indirdik.

وَاِذِ اسْتَسْقٰى مُوسٰى لِقَوْمِه۪ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۜ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ

60. Ve izisteska musa li kavmihi fe kulnadrib bi asakel hacer fenfeceret minhusneta aşrete ayna, kad alime kullu unasin meşrebehum kulu veşrebu min rızkıllahi ve la ta’sev fil ardı mufsidin: Hani! Musa, halkı için su istemişti. Biz de demiştik ki: “Asanla kayaya vur.” Bunun üzerine kayadan on iki göz su fışkırmıştı. Her grup hangi kaynaktan içeceğini bilmişti. Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için fakat asilik yaparak yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın.

وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْراً فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟

61. Ve iz kultum ya musa len nasbira ala taamin vahidin fed’u lena rabbeke yuhric lena mimma tunbitulardu min bakliha ve kıssaiha ve fumiha ve adesiha ve basaliha, kale e testebdilunellezi huve edna billezi huve hayr, ihbitu mısran fe inne lekum ma seeltum ve duribet aleyhimuz zilletu vel meskenetu ve bau bi gadabin minallah, zalike bi ennehum kanu yekfurune bi ayatillahi ve yaktulunen nebiyyine bi gayril hak, zalike bi ma asav ve kanu ya’tedun: Hani! Musa’ya: “Ey Musa, asla tek çeşit yiyeceğe dayanamayız. Rabb’inden bizim için yerden çıkan ürünlerden; sebzesinden, acurundan, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarmasını iste.” demiştiniz. Musa da: “Daha değerli olanı daha değersiz olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde şehre inin; sizin istedikleriniz orada var.” dedi. Böylece, onların üzerine alçaklık ve yoksulluk damgası vuruldu. Ve Allah’ın gazabına uğradılar. Bu, Allah’ın ayetlerine inanmadıklarından ve nebilerini haksız yere öldürmelerindendi. Bütün bunlar, onların asileşip haddi aşmalarındandır.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِـ۪ٔينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

62. İnnellezine amenu vellezine hadu ven nasara ves sabiine men amene billahi vel yevmil ahiri ve amile salihan fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve la havfun aleyhim ve la hum yahzenun: İman edenler, Yahudiler, Nasraniler ve Sabiiler; kim Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman edip salihatı yaptı ise ödüllerini Rabb’leri verecektir. Ve onlar için korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

63. Ve iz ehazna misakakum ve refa’na fevkakumut tur huzu ma ateynakum bi kuvvetin vezkuru ma fihi leallekum tettekun: Hani bir zamanlar, takva sahibi olmanız için, size verdiğimiz şeylere kuvvetle sarılıp kendinize mal etmek ve içindekilerini sürekli aklınızda tutmanız konusunda sizden söz almıştık. Ve Tur’u üzerinize kaldırmıştık.

ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۚ فَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

64. Summe tevelleytum min ba’di zalik, fe lev la fadlullahi aleykum ve rahmetuhu le kuntum minel hasirin: Yine de yüz çevirdiniz. Eğer Allah’ın iyilikseverliği ve bağışlayıcılığı olmasaydı elbette kaybedenlerden olurdunuz.

وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذ۪ينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ

65. Ve lekad alimtumullezine’tedev minkum fis sebti fe kulna lehum kunu kıradeten hasiin: Elbette siz, cumartesi yasağını çiğnemekle hadlerini aşanları biliyorsunuz. Bu nedenle onlara, “Düşkün maymunlar olun.” dedik.

فَجَعَلْنَاهَا نَكَالاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ

66. Fe cealnaha nekalen li ma beyne yedeyha ve ma halfeha ve mev’ızaten lil muttakin: Biz bunu, yanında onlara ve onlardan sonra gelecek kuşaklara ibret; muttakilere de bir öğüt olarak yaptık.

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ٓ اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةًۜ قَالُٓوا اَتَتَّخِذُنَا هُزُواًۜ قَالَ اَعُوذُ بِاللّٰهِ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ

67. Ve iz kale musa li kavmihi innallahe ye’murukum en tezbehu bakarah, kalu e tettehızuna huzuva, kale euzu billahi en ekune minel cahilin: Hani, Musa halkına: “Allah, sizden bir sığır kesmenizi istiyor.” demişti. Onlar da: “Sen bizimle alay mı ediyorsun.” dediler. Musa; “Cahillerden olmaktan, Allah’a sığınırım.” dedi.

قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۜ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا فَارِضٌ وَلَا بِكْرٌۜ عَوَانٌ بَيْنَ ذٰلِكَۜ فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ

68. Kalud’u lena rabbeke yubeyyin lena ma hiy, kale innehu yekulu inneha bakaratun la faridun ve la bikr, avanun beyne zalik fef’alu ma tu’merun: Onlar: “Bizim için Rabb’ine söyle, onun nasıl bir sığır olduğunu açıklasın.” dediler. Musa, “Allah, onun ne tam yaşlı ne de yavru; ikisinin arasında bir yaşta olduğunu söylüyor; öyleyse sizden isteneni yapın.” dedi.

قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا لَوْنُهَاۜ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَٓاءُۙ فَاقِعٌ لَوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِر۪ينَ

69. Kalud’u lena rabbeke yubeyyin lena ma levnuha, kale innehu yekulu inneha bakaratun safrau, fakiun levnuha tesurrun nazırin: Onlar: “Bizim için Rabb’ine söyle, onun rengi nedir; bize bildirsin.” dediler. Musa: “Allah; onun parlak sarı renkte, bakanlara keyif veren bir sığır olduğunu söylüyor.” dedi.

قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۙ اِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَاۜ وَاِنَّٓا اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَمُهْتَدُونَ

70. Kalud’u lena rabbeke yubeyyin lena ma hiye, innel bakara teşabehe aleyna, ve inna in şaallahu le muhtedun: Yine onlar: “Bizim için Rabb’ine sor; onun niteliğini açıklasın. Zira bizce sığırların hepsi birbirine benziyorlar; eğer Allah dilerse biz doğru olanı bulmuş oluruz.” dediler.

قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا ذَلُولٌ تُث۪يرُ الْاَرْضَ وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَۚ مُسَلَّمَةٌ لَا شِيَةَ ف۪يهَاۜ قَالُوا الْـٰٔنَ جِئْتَ بِالْحَقِّۜ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُوا يَفْعَلُونَ۟

71. Kale innehu yekulu inneha bakaratun la zelulun tusirul arda ve la teskıl hars, musellemetun la şiyete fiha kalul’ane ci’te bil hakk, fe zebehuha ve ma kadu yef’alun: Musa: “Allah, onun ekin sulayarak, çifte koşularak yıpranmamış; alacası olmayan, kusursuz bir sığır olduğunu söylüyor.” dedi. Onlar: “İşte şimdi gerçeği bildirdin.” dediler. Ve nihayet sığırı boğazladılar. Neredeyse bunu yapmayacaklardı.*

وَاِذْ قَتَلْتُمْ نَفْساً فَادّٰرَءْتُمْ ف۪يهَاۜ وَاللّٰهُ مُخْرِجٌ مَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَۚ

72. Ve iz kateltum nefsen feddare’tum fiha vallahu muhricun ma kuntum tektumun: Hani! Siz, bir kimseyi öldürmüştünüz de birbirinizle atışmıştınız. Oysa Allah, gizlediğiniz şeyi ortaya çıkarandır.

فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَاۜ كَذٰلِكَ يُحْـيِ اللّٰهُ الْمَوْتٰى وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

73. Fe kulnadribuhu bi ba’dıha kezalike yuhyillahul mevta ve yurikum ayatihi leallekum ta’kılun: “Onun bir kısmı ile ona vurun” dedik. İşte Allah, böylece ölüleri dirilterek ayetlerini size gösterir. Umulur ki gerçeği kavrarsınız.

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةًۜ وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُۜ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُۜ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

74. Summe kaset kulubukum min ba’di zalike fe hiye kel hıcareti ev eşeddu kasveh, ve inne minel hıcareti lema yetefecceru minhul enhar, ve inne minha lema yeşşakkaku fe yahrucu minhul mau, ve inne minha lemayehbitu min haşyetillah, ve mallahu bi gafilin amma ta’melun: Sonra kalpleriniz yine katılaştı; kaya gibi, hatta kayadan da katı. Zira öyle kayalar var ki içinden nehirler fışkırır, yine öyle kayalar vardır ki yarılıp bağrından su çıkar. Yine öyleleri vardır ki Allah’a duyduğu içtenlikli saygıdan harekete geçerler. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

اَفَتَطْمَعُونَ اَنْ يُؤْمِنُوا لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِنْ بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

75. E fe tatmeune en yu’minu lekum ve kad kane ferikun minhum yesmeune kelamallahi summe yuharrifunehu min ba’di ma akaluhu ve hum ya’lemun: Şimdi onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Onlardan bir grup, Allah’ın kelamını dinleyip iyice anladıktan sonra, onu bile bile çarpıtırlar.

وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ قَالُٓوا اَتُحَدِّثُونَهُمْ بِمَا فَتَحَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَٓاجُّوكُمْ بِه۪ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

76. Ve iza lekullezine amenu kalu amenna, ve iza hala ba’duhum ila ba’din kalu e tuhaddisunehum bi ma fetehallahu aleykum li yuhaccukum bihi inde rabbikum e fe la ta’kılun: Onlar, iman edenlerle karşılaştıkları zaman, “Biz de iman ettik.” derler. Baş başa kaldıklarında: “Rabb’inizin size açıkladığını, size karşı delil olarak kullansınlar diye mi onlara söylüyorsunuz! Neden aklınızı kullanmıyorsunuz?” derler.

اَوَلَا يَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ

77. E ve la ya’lemune ennallahe ya’lemu ma yusirrune ve ma yu’linun: Allah’ın, onların gizlediklerini de açıkladıklarını da bildiğini bilmiyorlar mı?

وَمِنْهُمْ اُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ اِلَّٓا اَمَانِيَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ

78. Ve minhum ummiyyune la ya’lemunel kitabe illa emaniyye ve in hum illa yezunnun: İçlerinde ummiler vardır. Kitabı bilmezler. Kuruntularından başka bir şey bilmezler. Ancak zanda bulunuyorlar.

فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِاَيْد۪يهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هٰذَا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ لِيَشْتَرُوا بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ فَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا كَتَبَتْ اَيْد۪يهِمْ وَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا يَكْسِبُونَ

79. Fe veylun lillezine yektubunel kitabe bi eydihim summe yekulune haza min indillahi li yeşteru bihi semenen kalila, fe veylun lehum mimma ketebet eydihim ve veylun lehum mimma yeksibun: Yazıklar olsun o kimselere ki: Kitabı elleriyle yazıyorlar, sonra da az bir kazanç elde etmek için “Bu Allah’ın katındandır.” diyorlar. Yazıklar olsun onlara, elleriyle yazdıklarından dolayı. Yazıklar olsun onlara, kazandıklarından dolayı.

وَقَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّاماً مَعْدُودَةًۜ قُلْ اَتَّخَذْتُمْ عِنْدَ اللّٰهِ عَهْداً فَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ عَهْدَهُٓ اَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

80. Ve kalu len temessenen naru illa eyyamen ma’dudeh, kul ettehaztum indallahi ahden fe len yuhlifallahu ahdehu em tekulune alallahi ma la ta’lemun: “Sayılı günlerin dışında ateş bize dokunmaz.” dediler. De ki: “Allah’tan buna dair bir söz mü aldınız? Eğer böyle ise Allah, kesinlikle verdiği sözden dönmez. Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz şey mi söylüyorsunuz?”

بَلٰى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَاَحَاطَتْ بِه۪ خَط۪ٓيـَٔتُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

81. Bela men kesebe seyyieten ve ehatat bihi hatietuhu fe ulaike ashabun nar, hum fiha halidun: Hayır! Kim bir kötülük kazanır da yanlışları kendisini kuşatırsa, onlar Cehennem ehlidir ve onlar, orada kalıcıdırlar.

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟

82. Vellezine amenu ve amilus salihati ulaike ashabul cenneh, hum fiha halidun: İman edip, salihatı yapanlar Cennet ehlidirler. Ve onlar orada kalıcıdırlar.

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْناً وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُعْرِضُونَ

83. Ve iz ehazna misaka beni israile la ta’budune illallahe ve bil valideyni ihsanen ve zil kurbavel yetama vel mesakini ve kulu lin nasi husnen ve ekimus salate ve atuz zekat, summe tevelleytum illa kalilen minkum ve entum mu’ridun: Hani! Bir zaman İsrailoğulları’ndan, Allah’tan başkasına kulluk etmeyin; anne ve babaya, öksüzlere, düşkünlere iyilik yapın; insanlara iyi söz söyleyin, “salatı ikame edin, zekatı yapın”, diye kesin söz almıştık. Sonra, içinizden pek azınız hariç sözünüzden döndünüz. Ve sizler, döneklik yapanlarsınız.

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُونَ دِمَٓاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ اَنْفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ ثُمَّ اَقْرَرْتُمْ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ

84. Ve iz ehazna misakakum la tesfikune dimaekum ve la tuhricune enfusekum min diyarikum summe ekrartum ve entum teşhedun: Hani! Bir zamanlar sizden, birbirinizin kanlarını dökmeyeceğinize ve birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair kesin söz almıştık. Bu sözümüzü kabul ettiğinizin tanıkları sizlersiniz.

ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَر۪يقاً مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْۘ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۜ وَاِنْ يَأْتُوكُمْ اُسَارٰى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍۚ فَمَا جَزَٓاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَابِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

85. Summe entum haulai taktulune enfusekum ve tuhricune ferikan minkummin diyarihim, tezaharune aleyhim bil ismi vel udvan, ve in ye’tukum usara tufaduhum ve huve muharremun aleykum ihracuhum e fe tu’minune bi ba’dil kitabive tekfurune bi ba’d, fe ma cezau men yef’alu zalike minkum illa hızyun fil hayatid dunya, ve yevmel kıyameti yureddune ila eşeddil azab, ve mallahu bi gafilin amma ta’melun: Sonra siz o kimselersiniz ki; birbirinizi öldüren, bir kısmınızı yurtlarından çıkarıp, onlara karşı günahta ve düşmanlıkta iş birliği yapanlarsınız. Bir de esir olarak size gelirlerse, onlarla fidyeleşiyorsunuz. Oysa onları yurtlarından çıkarmak, üzerinize haram kılınmıştı. Yoksa böyle yapmakla Kitap’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz. Sizden böyle yapanların cezası dünya hayatında aşağılanma, Kıyamet Günü’nde de en şiddetli azaba uğramaktır. Zira Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۘ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ۟

86. Ulaikellezineşteravul hayated dunya bil ahireti, fe la yuhaffefu anhumul azabu ve la hum yunsarun: Onlar, dünya hayatına karşılık ahiret hayatını satan kimselerdir. Bundan dolayı onlardan azap hafifletilmeyecek ve onlara yardım da edilmeyecektir.

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِه۪ بِالرُّسُلِ وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ اَفَكُلَّمَا جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْۚ فَفَر۪يقاً كَذَّبْتُمْۘ وَفَر۪يقاً تَقْتُلُونَ

87. Ve lekad ateyna musal kitabe ve kaffeyna min ba’dihi bir rusuli ve ateyna isabne meryemel beyyinati ve eyyednahu bi ruhil kudus, e fe kullema caekum resulun bima la tehva enfusukumustekbertum, fe ferikan kezzebtum ve ferikan taktulun: Ant olsun ki Musa’ya Kitap’ı verdik. Ardı sıra resuller gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da Beyyinat’ı verdik ve O’nu Kudus’un Ruhu ile destekledik. Ne zaman bir elçi hoşunuza gitmeyen bir şey getirdiyse, büyüklük taslayarak kimini yalanlayıp, kimini de öldürmediniz mi?

وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ بَلْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَقَل۪يلاً مَا يُؤْمِنُونَ

88. Ve kalu kulubuna gulf, bel leanehumullahu bi kufrihim fe kalilen ma yu’minun: Ve onlar, “Kalplerimiz örtülüdür.” dediler. Hayır, öyle değil, Allah; onları, Küfr’lerinden dolayı lanetlemiştir. Bu yüzden çok azı inanır.

وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْۙ وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِه۪ۘ فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ

89. Ve lemma caehum kitabun min indillahi musaddikun lima meahum, ve kanu min kablu yesteftihune alellezine keferu, fe lemma caehum ma arafu keferu bihi, fe la’netullahi alel kafirin: Onlara, Allah katından yanlarındakini tasdik edici bir kitap gelince; daha önce Allah’tan kafirlere karşı üstünlük kazanmak için böyle bir şey istedikleri halde, onlara bildikleri şey gelince bu kez onu inkar ettiler. Allah’ın laneti, gerçeği yalanlayan nankörlerin üzerinedir.

بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْ اَنْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بَغْياً اَنْ يُنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۚ فَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ عَلٰى غَضَبٍۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ

90. Bi’semeşterav bihi enfusehum en yekfuru bi ma enzelallahu bagyen en yunezzilallahu min fadlihi ala men yeşau min ibadih, fe bau bi gadabin ala gadab, ve lil kafirine azabun muhin: Allah’ın, dilediği kimseye kendi lütfundan indirmesini çekemeyerek; Allah’ın indirdiğini küfretmekle kendilerini ne kötü bir şeye karşılık sattılar. Bundan dolayı art arda gelen gazabı hak ettiler. Gerçeği yalanlayan nankörler için alçaltıcı bir azap vardır.

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا نُؤْمِنُ بِمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرُونَ بِمَا وَرَٓاءَهُ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقاً لِمَا مَعَهُمْۜ قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ اَنْبِيَٓاءَ اللّٰهِ مِنْ قَبْلُ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

91. Ve iza kile lehum aminu bi ma enzelallahu kalu nu’minu bi ma unzile aleyna ve yekfurune bi ma veraehu ve huvel hakku musaddikan lima meahum kul fe lime taktulune enbiyaallahi min kablu in kuntum mu’minin: Onlara, “Allah’ın indirdiklerine iman edin.” denildiğinde, “Biz, ancak bize indirilene iman ederiz.” dediler. Ve ondan başkasını kabul etmezler. Oysa O, yanlarındakini tasdik eden, hak bir kitaptır. Onlara de ki: “Madem inanıyordunuz, ne diye daha önce Allah’ın nebilerini öldürüyordunuz?”

وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ

92. Ve lekad caekum musa bil beyyinati summettehaztumul icle min ba’dihi ve entum zalimun: Gerçekten Musa size beyyinat ile geldi. Sonra siz onun arkasından buzağı figürünü yaptınız. İşte siz, o zalimlersiniz.

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواۜ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْۜ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

93. Ve iz ehazna misakakum ve refa’na fevkakumut tur, huzu ma ateynakum bi kuvvetin vesmeu kalu semi’na ve aseyna ve uşribu fi kulubihimul icle bi kufrihim kul bi’se ma ye’murukum bihi imanukum in kuntum mu’minin: Hani sizden, “Size verdiğimizi kuvvetlice alın ve dinleyin.” diye kesin söz almış ve Tur’u üzerinize kaldırmıştık. Demişlerdi ki: “Dinledik ama itaat etmiyoruz.” Küfr’leri yüzünden kalplerine buzağı sevgisi içirildi. De ki: “Eğer gerçekten inanıyorsanız, inancınız sizden ne kötü şey istiyor!”

قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

94. Kul in kanet lekumud darul ahiretu indallahi halisaten min dunin nasi fe temennevul mevte in kuntum sadikin: De ki: “Eğer Allah katında; ahiret yurdunun, diğer insanların değil de yalnızca size ait olduğunu iddia eden sözünüzde samimi iseniz, o zaman ölümü istesenize!”

وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَداً بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ

95. Ve len yetemennevhu ebeden bima kaddemet eydihim vallahu alimun biz zalimin: Ama elleriyle yaptıkları şeylerden dolayı, ölümü asla istemezler. Allah, zalimleri en iyi bilendir.

وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِه۪ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟

96. Ve le tecidennehum ahrasan nasi ala hayatin, ve minellezine eşraku yeveddu ehaduhum lev yuammeru elfe seneh, ve ma huve bi muzahzihıhi minel azabi en yuammer, vallahu basirun bima ya’melun: Ve sen, onları, yaşamaya karşı insanların en ihtiraslısı, hatta Allah’a ortak koşanlardan bile daha çok ihtiraslı bulacaksın. Her biri bin yıl yaşamak ister. Oysaki uzun ömürlü olmak, böyle birini azaptan kurtarmaz. Zira Allah, yaptıkları her şeyi görmektedir.

قُلْ مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِجِبْر۪يلَ فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ

97. Kul men kane aduvven li cibrile fe innehu nezzelehu ala kalbike bi iznillahi musaddikan lima beyne yedeyhi ve huden ve buşra lil mu’minin: De ki kim Cibril’e düşmansa, Bilsin ki O, onu iki eli arasındakileri tasdik edici olarak Allah’ın izni ile senin kalbine çokça indirdi. Müminler için bir hidayet ve müjde olarak.

مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ

98. Men kane aduvven lillahi ve melaiketihi ve rusulihi ve cibrile ve mikale fe innallahe aduvvun lil kafirin: Kim Allah’a ve O’nun meleklerine, resullerine, Cibril’e, Mikal’e düşman olursa; iyi bilsin ki Allah da Kafirlere düşmandır.

وَلَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۚ وَمَا يَكْفُرُ بِهَٓا اِلَّا الْفَاسِقُونَ

99. Ve lekad enzelna ileyke ayatin beyyinat, ve ma yekfuru biha illel fasikun: Ant olsun Biz, sana apaçık ayetler indirdik. Ancak, onları, fasık olanlar Küfr eder.

اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْداً نَبَذَهُ فَر۪يقٌ مِنْهُمْۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

100. E ve kullema ahedu ahden nebezehu ferikun minhum bel ekseruhum la yu’minun: Onlar, ne zaman bir söz verdilerse, içlerinden bir grup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmiyorlar.

وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَر۪يقٌ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَۗ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

101. Ve lemma caehum resulun min indillahi musaddikun lima meahum nebeze ferikun minellezine utul kitab, kitaballahi verae zuhurihim ke ennehum la ya’lemun: Ne zaman onlara, Allah’tan, yanlarındakini tasdik edici bir elçi gelse, Kitap Ehli’nden bir grup, sanki hiç haberleri yokmuş gibi, elçinin getirdiğine sırt çevirirler.

وَاتَّـبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاط۪ينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَۚ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيَاط۪ينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَۗ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُولَٓا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْۜ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِه۪ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِه۪ۜ وَمَا هُمْ بِضَٓارّ۪ينَ بِه۪ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْۜ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرٰيهُ مَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ۠ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

102. Vettebeu ma tetluş şeyatinu ala mulki suleyman ve ma kefere suleymanu ve lakinneş şeyatine keferu yuallimunen nases sihra, ve ma unzile alel melekeyni bi babile harute ve marut, ve ma yuallimani min ehadin hatta yekula innema nahnu fitnetun fe la tekfur fe yeteallemune minhuma ma yuferrikune bihi beynel mer’i ve zevcih, ve ma hum bi darrine bihi min ehadin illa bi iznillah, ve yeteallemune ma yadurruhum ve la yenfeuhum ve lekad alimu le menişterahu ma lehu fil ahireti min halakın, ve le bi’se ma şerev bihi enfusehum lev kanu ya’lemun: Ve onlar, Süleyman’ın sahip olduğu güç konusunda şeytanların uydurdukları şeylere uydular. Oysa Süleyman gerçeğe aykırı bir şey yapmadı. Ancak insanlara büyü yapmayı öğreten şeytanlar gerçeği gizliyordu; Babil’deki iki meleğe/krala; Harut ve Marut’a bir şey indirilmiş değildi. Hatta bu iki melek/kral: “Biz fitneyiz, sakın kafir olma!” demedikçe, hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı. Fakat onlar, o ikisinden karı ile kocanın arasını açacak şeyler öğrenmeye çalışıyorlardı. Ancak, Allah’ın izni olmadıkça bu şeyle hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine bir faydası olmayan, sadece zarar verecek şeyleri öğreniyorlardı. Halbuki onlar, büyü ile uğraşanların ahirette bir nasiplerinin olmayacağını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür. Keşke bilselerdi.

وَلَوْ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَمَثُوبَةٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ خَيْرٌۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟

103. Ve lev ennehum amenu vettekav le mesubetun min indillahi hayr, lev kanu ya’lemun: Eğer onlar iman edip takva sahibi olsalardı, Allah katında kazanacakları sevap hayırlı olurdu. Keşke bilselerdi.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُواۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

104. Ya eyyuhellezine amenu la tekulu raina ve kulunzurna vesmeu ve lil kafirine azabun elim: Ey iman edenler! “raina” demeyin, “unzurna.” deyin ve dinleyin. Gerçeği yalanlayan nankörler için can yakıcı bir azap vardır.

مَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْكُمْ مِنْ خَيْرٍ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاللّٰهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ

105. Ma yeveddullezine keferu min ehlil kitabi ve lel muşrikine en yunezzele aleykum min hayrin min rabbikum vallahu yahtassu bi rahmetihi men yeşau, vallahu zul fadlil azim: Kitap Ehli’nin ve Müşriklerin kafirleri Rabb’inizden, size bir hayrın indirilmesini istemezler. Oysa Allah, rahmetini dilediği kimseye ayırır. Allah, Büyük Lütuf Sahibi’dir.

مَا نَنْسَخْ مِنْ اٰيَةٍ اَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَٓا اَوْ مِثْلِهَاۜ اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

106. Ma nensah min ayetin ev nunsiha ne’ti bi hayrin minha ev misliha e lem ta’lem ennallahe ala kulli şey’in kadir: Biz, bir ayeti yürürlükten kaldırır veya unutturursak ya onun dengini ya da ondan daha iyisini getiririz. Sen, Allah’ın her şeye gücü yeten olduğunu bilmez misin?

اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

107. E lem ta’lem ennellahe lehu mulkus semavati vel ard, ve ma lekum min dunillahi min veliyyin ve la nasir: Yerlerin ve göklerin egemenliğinin Allah’a ait olduğunu bilmez misin? Sizin için Allah’ın yanı sıra ne bir veli ne de bir yardımcı vardır.

اَمْ تُر۪يدُونَ اَنْ تَسْـَٔلُوا رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ

108. Em turidune en tes’elu resulekum kema suile musa min kabl, ve men yetebeddelil kufra bil imani fe kad dalle sevaes sebil: Yoksa siz de daha önce Musa’yı sorguya çekenler gibi, elçinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Her kim, iman yerine küfrü tercih ederse o dosdoğru yoldan sapmış olur.

وَدَّ كَث۪يرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِكُمْ كُفَّاراًۚ حَسَداً مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

109. Vedde kesirun min ehlil kitabi lev yeruddunekum min ba’di imanikum kuffara, haseden min indi enfusihim min ba’di ma tebeyyene lehumul hakk, fa’fu vasfehu hatta ye’tiyallahu bi emrih, innallahe ala kulli şey’in kadir: Kitap Ehli’nin çoğu, Hakk kendilerine bildirildiği halde, benliklerindeki kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi küfre döndürmek isterler. Allah’ın emri gelinceye kadar onlara aldırış etmeyin. Onları affedin ve onlarla iyi geçinin. Kuşkusuz Allah, Her Şeye Güç Yetiren’dir.

وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

110. Ve ekimus salate ve atuz zekat, ve ma tukaddimu li enfusikum min hayrin teciduhu indallah innallahe bi ma ta’melune basir: Salatı ikame edin ve zekatı yapın. Kendiniz için her ne iyilik yaparsanız onu Allah katında bulacaksınız. Kuşkusuz Allah, bütün yaptıklarınızı görmektedir.

وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ اِلَّا مَنْ كَانَ هُوداً اَوْ نَصَارٰىۜ تِلْكَ اَمَانِيُّهُمْۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

111. Ve kalu len yedhulel cennete illa men kane huden ev nasar, tilke emaniyyuhum kul hatu burhanekum in kuntum sadikin: Onlar, “Yahudi ve Hıristiyanlardan başkası Cennet’e giremeyecek.” derler. Bu, onların kuruntusudur. De ki: “Eğer doğru söylüyorsanız iddianızı kanıtlayın.”

بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟

112. Bela men esleme vechehu lillahi ve huve muhsinun fe lehu ecruhu inde rabbihi, ve la havfun aleyhim ve la hum yahzenun: Bilakis, gerçekten kim iyi bir kimse olarak benliğini Allah’a teslim etmişse, onun ödülü Rabb’inin yanındadır. Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

113. Ve kaletil yahudu leysetin nasara ala şey’ ve kaletin nasara leysetil yahudu ala şey’in ve hum yetlunel kitab, kezalike kalellezine la ya’lemune misle kavlihim, fallahu yahkumu beynehum yevmel kıyameti fima kanu fihi yahtelifun: Kitap’ı okuyup durdukları halde, Yahudiler: “Hıristiyanlar geçerli bir inanç üzerinde değildirler.” derler. Hıristiyanlar da: “Yahudiler geçerli bir inanca sahip değildirler.” derler. Oysa Kitap’ı okuyorlar. Kitap’tan habersiz olanlar da onların sözlerinin aynısını söylediler. Allah, onların anlaşmazlığa düştükleri konuda Kıyamet Günü hüküm verecektir.

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

114. Ve men azlemu mimmen menea mesacidallahi en yuzkere fihesmuhu ve sea fi harabiha ulaike ma kane lehum en yedhuluha illa haifin lehum fid dunya hızyun ve lehum fil ahireti azabun azim: Allah’ın mescitlerinde, O’nun adının anılmasını engelleyen ve onların harap olmasına çalışan kimseden daha zalim kim olabilir? Buralara, ancak Allah’a karşı gelmekten korkularak girilebilir. Onlar için dünyada aşağılanma, ahirette de büyük bir azap vardır.

وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ

115. Ve lillahil meşriku vel magribu fe eynema tuvellu fe semme vechullah innallahe vasiun alim: Doğu da Allah’ındır, batı da. Nereye yönelirseniz yönelin, Allah’ın yönü orasıdır. Kuşkusuz, Allah, Yardımı Çok Kapsamlı Olan’dır, Her Şeyi Bilen’dir.

وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداًۙ سُبْحَانَهُۜ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ

116. Ve kaluttehazellahu veleden, subhaneh, bel lehu ma fis semavati vel ard, kullun lehu kanitun: “Allah, çocuk edindi!” dediler. Haşa! O, bundan münezzehtir. Bilakis, gökte ve yerde ne varsa her şey O’nundur. Ve her şey O’na gönülden boyun eğmektedir.

بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

117. Bedius semavati vel ard, ve iza kada emren fe innema yekulu lehu kun fe yekun: O, göklerin ve yerin Bedi’sidir. Bir şeyin olmasını istediğinde, ona sadece “Ol.” der, o da oluverir.

وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ اَوْ تَأْت۪ينَٓا اٰيَةٌۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْۜ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۜ قَدْ بَيَّنَّا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

118. Ve kalellezine la ya’lemune lev la yukellimunallahu ev te’tina ayeh, kezalike kalellezine min kablihim misle kavlihim, teşabehet kulubuhum, kad beyyennal ayati li kavmin yukınun: Bilmeyen kimseler: “Allah’ın bizimle konuşması veya bize bir ayet göndermesi gerekmez mi?” dediler. Onlardan öncekiler de onların sözlerine benzer sözler söylemişlerdi. Kalpleri birbirlerine benziyor. Bilmek isteyen kimseler için ayetleri iyice açıkladık.

اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يراً وَنَذ۪يراًۙ وَلَا تُسْـَٔلُ عَنْ اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ

119. İnna erselnake bil hakkı beşiren ve neziren, ve la tus’elu an ashabil cahim: Doğrusu Biz, seni, Hakk ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Cehennem ehlinden sorumlu tutulacak değilsin.

وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

120. Ve len terda ankel yahudu ve len nasara hatta tettebia milletehum kul inne hudallahi huvel huda ve leinitteba’te ehvaehum ba’dellezi caeke minel ilmi, ma leke minallahi min veliyyin ve la nasir: Yahudiler ve Hıristiyanlar, sen onların milletlerine uymadıkça senden asla razı olmazlar. De ki: “Gerçek şu ki; doğru yol Allah’ın yoludur.” Ve sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan; Allah’tan, sana ne bir veli ne bir yardımcı bulabilirsin.

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟

121. Ellezine ateynahumul kitabe yetlunehu hakka tilavetih ulaike yu’minune bih, ve men yekfur bihi fe ulaike humul hasirun: Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, ona uymak için gereği gibi okurlar. İşte bunlar ona inananlardır. İnanmayanlar ise, işte onlar kaybedenlerdir.

يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ

122. Ya beni israilezkuru ni’metiyelleti en’amtu aleykum ve enni faddaltukum alel alemin: Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve lütufta bulunarak sizi alemlerde nimetlendirdiğimi hatırlayın.

وَاتَّقُوا يَوْماً لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـٔاً وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

123. Vetteku yevmen la teczi nefsun an nefsin şey’en ve la yukbelu minha adlun ve la tenfeuha şefaatun ve la hum yunsarun: Hiç kimsenin bir başkasının yerine bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden fidye kabul edilmeyeceği ve hiç kimseye şefaatin fayda vermeyeceği ve hiç kimseye yardım edilmeyeceği günden korunup sakının.

وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّۜ قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَاماًۜ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۜ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِم۪ينَ

124. Ve izibtela ibrahime rabbuhu bi kelimatin fe etemmehun, kale inni cailuke lin nasi imama, kale ve min zurriyyeti kale la yenalu ahdiz zalimin: Hani! Rabb’i, İbrahim’i birtakım kelimeler ile sınamış; o da onları yerine getirmişti. Allah, “Ben seni insanlara önder yapacağım.” dedi. İbrahim, “Soyumdan olanları da.” deyince; Allah, “Benim ahdim zalimlere ulaşmaz!” dedi.

وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْناًۜ وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّىۜ وَعَهِدْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْعَاكِف۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ

125. Ve iz cealnal beyte mesabeten lin nasi ve emna, vettehizu min makamı ibrahime musalla ve ahidna ila ibrahime ve ismaile en tahhira beytiye lit taifine vel akifine ver rukkais sucud: Hani Biz, Beyt’i insanlar için toplanma yeri ve güvenli bir yer kıldık. “İbrahim’in makamından kendinize bir salat yeri edinin.” dedik. İbrahim ve İsmail’den, “Evimi tavaf edenler, kendilerini adamak amacıyla orda toplananlar, “rüku ve secde edenler” için temiz tutun.” diye söz aldık.

وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا بَلَداً اٰمِناً وَارْزُقْ اَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَاُمَتِّعُهُ قَل۪يلاً ثُمَّ اَضْطَرُّهُٓ اِلٰى عَذَابِ النَّارِۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ

126. Ve iz kale ibrahimu rabbic’al haza beleden aminen verzuk ehlehu mines semerati men amene minhum billahi vel yevmil ahir, kale ve men kefere fe umettiuhu kalilen summe adtarruhu ila azabin nar, ve bi’sel masir: Hani İbrahim: “Ey Rabb’im! Bu beldeyi güvenli bir yer kıl, halkından, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inananları, çeşitli ürünlerle rızıklandır.” dedi. O da: “Kafir olanı dahi az bir süre geçindiririm; sonra onu ateşin azabına uğratırım. Orası, varacaklar için ne kötü bir yerdir.” dedi.

وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرٰه۪يمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمٰع۪يلُۜ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّاۜ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

127. Ve iz yerfeu ibrahimul kavaide minel beyti veismail rabbena tekabbel minna inneke entes semiul alim: Hani bir zamanlar İbrahim, İsmail ile birlikte Beyt’in temellerini yükseltirken: “Ey Rabb’imiz! Bunu bizden kabul et; kuşkusuz Sen, Her Şeyi İşiten ve Her Şeyi Bilen’sin.”

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَۖ وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ

128. Rabbena vec’alna muslimeyni leke ve min zurriyyetina ummeten muslimeten leke ve erina menasikena ve tub aleyna, inneke entet tevvabur rahim: “Ey Rabb’imiz! Bizi, Sana teslim olanlardan kıl. Bizim soyumuzdan da Sana teslim olan bir toplum yap. Bize, menasikimizi göster. Tevbelerimizi kabul et. Kuşkusuz Tevbeleri Kabul Eden, Rahmeti Kesintisiz Olan yalnızca Sen’sin.

رَبَّنَا وَابْعَثْ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّ۪يهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟

129. Rabbena veb’as fihim resulen minhum yetlu aleyhim ayatike ve yuallimuhumul kitabe vel hikmete ve yuzekkihim inneke entel azizul hakim: Ey Rabb’imiz! İçlerinden onlara Sen’in ayetlerini okuyacak, Kitap’ı ve Hikmeti öğretecek ve onları arındıracak bir elçi gönder. Kuşkusuz Sen, Mutlak Üstün Olan’sın, En İyi Hüküm Veren’sin.

وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ مِلَّةِ اِبْرٰه۪يمَ اِلَّا مَنْ سَفِهَ نَفْسَهُۜ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَاۚ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ

130. Ve men yergabu an milleti ibrahime illa men sefihe nefseh, ve lekadistafeynahufid dunya, ve innehu filahireti le mines salihin: İbrahim’in milletinden, kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Ant olsun onu dünyada Biz seçtik; o, ahirette de iyiler arasında yer alacaktır.

اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُٓ اَسْلِمْۙ قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ

131. İz kale lehu rabbuhu eslim kale eslemtu li rabbil alemin: Hani Rabb’i ona: “Müslim ol” dediğinde; o da: “Âlemlerin Rabbi için müslim oldum.” demişti.

وَوَصّٰى بِهَٓا اِبْرٰه۪يمُ بَن۪يهِ وَيَعْقُوبُۜ يَا بَنِيَّ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدّ۪ينَ فَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَۜ

132. Ve vassa biha ibrahimu benihi ve ya’kub, ya beniyye innallahestafa lekumud dine fe la temutunne illa ve entum muslimun: İbrahim, bunu, çocuklarına vasiyet etmişti. Yakup da: “Ey oğullarım! Şüphesiz Allah, bu dini sizin için seçti. O halde Müslimler olarak ölmenin dışında başka bir şekilde ölmeyin!” demişti.

اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ اِذْ قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪يۜ قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ

133. Em kuntum şuhedae iz hadara ya’kubel mevtu, iz kale li benihi ma ta’budune min ba’di kalu na’budu ilaheke ve ilahe abaike ibrahime ve ismaile ve ishaka ilahen vahida ve nahnu lehu muslimun: Yoksa siz, Yakup’un ölümü anında onun yanında mıydınız? Hani oğullarına: “Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?” demişti. Onlar da: “Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek ilaha kulluk edeceğiz. Biz, O’na teslim olanlardanız.” demişlerdi.

تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ

134. Tilke ummetun kad halet, leha ma kesebet ve lekum ma kesebtum, ve la tus’elune amma kanu ya’melun: O gelip geçen bir ümmetti. Onların kazandıkları onlara; sizin kazandıklarınız sizedir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.

وَقَالُوا كُونُوا هُوداً اَوْ نَصَارٰى تَهْتَدُواۜ قُلْ بَلْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

135. Ve kalu kunu huden ev nasara tehtedu kul bel millete ibrahime hanifa, ve ma kane minel muşrikin: Onlar, “Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız.” dediler. De ki: “Hayır; biz, hiçbir zaman müşrik olmayan, hanif olan İbrahim’in milletindeniz.

قُولُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَمَٓا اُو۫تِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۚ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ

136. Kulu amenna billahi ve ma unzile ileyna ve ma unzile ila ibrahime ve ismaile ve ishaka ve ya’kube vel esbatı ve ma utiye musa ve isa ve ma utiyen nebiyyune min rabbihim, la nuferriku beyne ehadin minhum ve nahnu lehu muslimun: Deyin ki: “Biz; Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve onların soyundan gelenlere indirilene; Musa’ya, İsa’ya ve diğer nebilere Rabb’lerinden verilenlere, iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz. Ve biz O’na teslim olanlardanız.”

فَاِنْ اٰمَنُوا بِمِثْلِ مَٓا اٰمَنْتُمْ بِه۪ فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍۚ فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ

137. Fe in amenu bi misli ma amentum bihi fe kadihtedev ve in tevellev fe innema hum fi şikak fe se yekfike humullah, ve huves semiul alim: Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, kuşkusuz doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, derin bir ayrılık ve çıkmaza düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O, Her Şeyi Duyan’dır, Her Şeyi Bilen’dir.

صِبْغَةَ اللّٰهِۚ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ صِبْغَةًۘ وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ

138. Sıbgatallah ve men ahsenu minallahi sıbgaten, ve nahnu lehu abidun: Allah’ın boyası! Allah’tan daha iyi boyası olan kim? Biz, yalnızca O’na kulluk edenlerdeniz.

قُلْ اَتُحَٓاجُّونَنَا فِي اللّٰهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۚ وَلَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۚ وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَۙ

139. Kul e tuhaccunena fillahi ve huve rabbuna ve rabbukum, ve lena a’maluna ve lekum a’malukum ve nahnu lehu muhlisun: De ki: “Bizimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz? Oysa O, bizim de Rabb’imiz sizin de Rabb’inizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız sizedir. Biz ona içtenlikle bağlananlarız.”

اَمْ تَقُولُونَ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُوداً اَوْ نَصَارٰىۜ قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُۜ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

140. Em tekulune inne ibrahime ve ismaile ve ishaka ve ya’kube vel esbata kanu huden ev nasara kul e entum a’lemu emillah, ve men azlemu mimmen keteme şehadeten indehu minallah, ve mallahu bi gafilin amma ta’melun: İbrahim’in, İsmail’in, İshak’ın, Yakup’un ve onların soyundan gelenlerin Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı iddia ediyorsunuz? De ki: “Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?” Allah’tan gelen bir gerçeği kendi yanında gizleyen kimseden daha zalim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟

141. Tilke ummetun kad halet leha ma kesebet ve lekum ma kesebtum ve la tus’elune amma kanu ya’melun: Onlar, gelip geçen bir ümmetti. Onların kazandıkları onlara; sizin kazandıklarınız sizedir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.

سَيَقُولُ السُّفَـهَٓاءُ مِنَ النَّاسِ مَا وَلّٰيهُمْ عَنْ قِبْلَتِهِمُ الَّت۪ي كَانُوا عَلَيْهَاۜ قُلْ لِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُۜ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

142. Se yekulus sufehau minen nasi ma vellahum an kıbletihimulleti kanu aleyha kul lillahil meşrıku vel magrıb, yehdi men yeşau ila sıratın mustakim: İnsanlardan, birtakım beyinsizler: “Daha önce yöneldiğiniz kıbleden sizi çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da Batı da Allah’ındır. O, Hak eden kimseyi doğru yola iletir.”

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطاً لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يداًۜ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّت۪ي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِـعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِۜ وَاِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً اِلَّا عَلَى الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ

143. Ve kezalike cealnakum ummeten vasatan li tekunu şuhedae alen nasi ve yekuner resulu aleykum şehida, ve ma cealnal kıbletelleti kunte aleyha illa li na’leme men yettebiur resule mimmen yenkalibu ala akibeyh, ve in kanet le kebireten illa alellezine hedallah ve ma kanallahu li yudia imanekum innallahe bin nasi le raufun rahim: Ve böylece, sizi vasat bir toplum yaptık ki insanlara karşı gerçeğin tanıkları olasınız; elçi de sizin üzerinizde tanık olsun. Senin arzulayıp da yönelemediğin Kıble’yi, Resul’e uyanları ökçeleri üzerinde geri dönenlerden ayırt etmek için kıble yaptık. Doğrusu, bu, Allah’ın hidayet ettiği kimselerden başkasına ağır gelir. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Kuşkusuz Allah, insanlara karşı Çok Şefkatli ve Çok Bağışlayıcı’dır.

قَدْ نَرٰى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَٓاءِۚ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضٰيهَاۖ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ

144. Kad nera tekallube vechike fis semai, fe le nuvelliyenneke kıbleten terdaha, fe velli vecheke şatral mescidil haram, ve haysu ma kuntum fe vellu vucuhekum şatrah, ve innellezine utul kitabe le ya’lemune ennehul hakku min rabbihim ve mallahu bi gafilin amma ya’melun: Senin, yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Seni, razı olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Bundan böyle yüzünü, Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve siz de nerede olursanız olun, yüzlerinizi o tarafa çevirin. Kitap verilenler, onun Rabb’lerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.

وَلَئِنْ اَتَيْتَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ اٰيَةٍ مَا تَبِعُوا قِبْلَتَكَۚ وَمَٓا اَنْتَ بِتَابِـعٍ قِبْلَتَهُمْۚ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِـعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ اِنَّكَ اِذاً لَمِنَ الظَّالِم۪ينَۢ

145. Ve le in eteytellezine utul kitabe bi kulli ayetin ma tebiu kıbletek ve ma ente bi tabiın kıbletehum, ve ma ba’duhum bi tabiın kıblete ba’d, ve le initteba’te ehvaehum min ba’di ma caeke minel ilmi inneke izen le minez zalimin: Ant olsun ki Kitap verilenlere hangi ayeti getirirsen getir, yine de onlar senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar, birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer, sana verilen bunca ilimden sonra, onların arzularına uyarsan, o zaman zalimlerden olursun.

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ وَاِنَّ فَر۪يقاً مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

146. Ellezine ateynahumul kitabe ya’rifunehu kema ya’rifune ebnaehum ve inne ferikan minhum le yektumunel hakka ve hum ya’lemun: Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, O’nu öz oğullarını bildikleri gibi bilirler. Buna rağmen içlerinden bir zümre, bile bile gerçeği gizlemektedir.

اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ۟

147. El hakku min rabbike fe la tekunenne minel mumterin: Gerçek, Rabb’inden gelendir. Sakın kuşku duyanlardan olma.

وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلّ۪يهَا فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اَيْنَ مَا تَكُونُوا يَأْتِ بِكُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاًۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

148. Ve li kullin vichetun huve muvelliha festebikul hayrat, eyne ma tekunu ye’ti bikumullahu cemia, innallahe ala kulli şey’in kadir: Herkesin yöneldiği bir yönü vardır. Öyleyse siz de yararlı işler yapmada birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun Allah hepinizi bir araya getirir. Kuşkusuz, Allah Her Şeye Güç Yetiren’dir.

وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَاِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

149. Ve min haysu harecte fe velli vecheke şatral mescidil haram, ve innehu lel hakku min rabbik, ve mallahu bi gafilin amma ta’melun: Her nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Çünkü bu Rabb’inden gelen Hakk’tır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُۙ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌۗ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْن۪ي وَلِاُتِمَّ نِعْمَت۪ي عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ

150. Ve min haysu harecte fe velli vecheke şatral mescidil haram, ve haysu ma kuntum fe velluvucuhekum şatrahu li ella yekune lin nasi aleykum hucceh, illellezine zalemu minhum fe la tahşevhum vahşevni ve li utimme ni’meti aleykum ve leallekum tehtedun: Her nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa çevirin. Zalimler hariç, insanların size karşı bir kanıtları olmasın. Siz, onlara saygı duymayın, Bana duyun ki size olan nimetimi tamamlayayım; böylece doğru yolu bulasınız.

كَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولاً مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَۜ

151. Kema erselna fikum resulen minkum yetlu aleykum ayatina ve yuzekkikum ve yuallimukumul kitabe vel hikmete ve yuallimukum ma lem tekunu ta’lemun: Nitekim içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size Kitap’ı ve Hikmet’i öğreten, size bilmediğiniz şeyleri öğreten bir Resul gönderdik.

فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟

152. Fezkuruni ezkurkum veşkuru li ve la tekfurun: Öyleyse Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ

153. Ya eyyuhellezine amenustainu bis sabri ves salat, innallahe meas sabirin: Ey iman edenler! Sabır ve salatla yardım dileyin. Kuşkusuz, Allah, sabredenlerle beraberdir.

وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ

154. Ve la tekulu li men yuktelu fi sebilillahi emvat, bel ehyaun ve lakin la teş’urun: Allah yolunda öldürülenler için, “ölüler” demeyin. Bilakis, onlar “diri”dirler, ancak siz, bunu kavrayamazsınız.

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ

155. Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cui ve naksın minel emvali vel enfusi ves semerat, ve beşşiris sabirin: Kesinlikle sizi belalandıracağız: Korku ve açlıkla; mallarınızı, canlarınızı ve ürünlerinizi kayba uğratarak. Sabredenleri müjdele.

اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ

156. Ellezine iza esabethum musibetun, kalu inna lillahi ve inna ileyhi raciun: Onlar, bir musibetle karşılaştıkları zaman, “Bizler, Allah için varız ve muhakkak O’na döneceğiz.” derler.

اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ

157. Ulaike aleyhim salavatun min rabbihim ve rahmetun ve ulaike humul muhtedun: İşte Rabb’lerinden, onlara salatlar ve rahmet vardır. İşte onlar, doğru yolu bulanlardır.

اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَاۜ وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْراًۙ فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَل۪يمٌ

158. İnnes safa vel mervete min şeairillah, fe men haccel beyte evı’temera fe la cunaha aleyhi en yettavvefe bi hima ve men tetavvaa hayran, fe innallahe şakirun alim: Kuşkusuz Safa ile Merve Allah’ın belirlediği nişanelerdir. Kim hacc ya da umre amacıyla Beyt’i ziyaret ederse, ikisini de tavaf etmesinde bir sakınca yoktur. Ve yine kim gönülden bir iyilik yaparsa; kuşkusuz, Allah Karşılık Veren’dir, Her Şeyi Bilen’dir.

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَۙ

159. İnnellezine yektumune ma enzelna min el beyyinati vel huda min ba’di ma beyyennahu lin nasi fil kitabi, ulaike yel’anuhumullahu ve yel’anuhumul lainun: Bizim indirdiğimiz apaçık kanıtları ve hidayeti; insanlara Kitap’ta açıkça gösterdikten sonra, onları gizleyenler var ya! Onlara hem Allah lanet eder hem de bütün lanet edebilenler lanet ederler.

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُو۬لٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ

160. İllellezine tabu ve aslahu ve beyyenu fe ulaike etubu aleyhim, ve enet tevvabur rahim: Ancak tevbe edip, kendisini düzelten ve gerçeği gizlemeyenlerin tevbelerini kabul ederim. Zira Ben, Tevbeleri Kabul Eden’im, Rahmetim Kesintisiz’dir.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ

161. İnnellezine keferu ve matu ve hum kuffarun ulaike aleyhim la’netullahi vel melaiketi ven nasi ecmain: Kafir olup da Kafir olarak ölen kimselere gelince; işte, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerinedir.

خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ

162. Halidine fiha, la yuhaffefu anhumul azabu ve la hum yunzarun: Onlar, bu halde sürekli kalacaklardır. Onlardan ne azap hafifletilecek ve ne de onların yüzlerine bakılacak.

وَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟

163. Ve ilahukum ilahun vahid, la ilahe illa huver rahmanur rahim: Sizin ilahınız bir tek ilahtır. O’ndan başka ilah yoktur. O, Rahmeti Bol ve Kesintisiz Olan’dır.

اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّت۪ي تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍۖ وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

164. İnne fi halkıs semavati vel ardı vahtilafil leyli ven nehari vel fulkilleti tecri fil bahri bima yenfeun nase ve ma enzelallahu mines semai min main fe ahya bihil arda ba’de mevtiha ve besse fiha min kulli dabbe, ve tasrifir riyahı ves sehabil musahhari beynes semai vel ardı le ayatin li kavmin ya’kılun: Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbirlerini ardı sıra takip etmesinde; insanların yararlanmaları için denizde yüzen gemilerde, Allah’ın gökten indirip, onunla ölü toprağa hayat vererek, orada her türlü canlının yaşamasını sağladığı suda, rüzgarın yönlendirilmesinde, emre hazır bulutların yer ile gök arasında hareket ettirilmesinde aklını kullanan bir halk için birçok kanıt vardır.

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُباًّ لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعَذَابِ

165. Ve minen nasi men yettehızu min dunillahi endaden yuhıbbunehum ke hubbillah, vellezine amenu eşeddu hubben lillah, ve lev yerallezine zalemu iz yeravnel azabe, ennel kuvvete lillahi cemian, ve ennellahe şedidul azab: İnsanlardan, Allah’ın yanı sıra başka varlıkları O’na denk tutan ve onları Allah’ı sevdiği gibi sevenler vardır. İman edenlerin Allah’ı sevmeleri ise her türlü sevgiden daha üstündür. Keşke zulmedenler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu daha önceden anlayabilselerdi!

اِذْ تَبَرَّاَ الَّذ۪ينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا وَرَاَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْاَسْبَابُ

166. İz teberreellezinettubiu minellezinettebeu ve reavul azabe ve takattaat bihimul esbab: Kendilerine tabi olunanlar, azabı gördükleri zaman, tabi olanlardan uzaklaşacak ve aralarındaki bütün bağlar kopacaktır.

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا لَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّاَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُ۫ا مِنَّاۜ كَذٰلِكَ يُر۪يهِمُ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْۜ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنَ النَّارِ۟

167. Ve kalellezinettebeu lev enne lena kerreten fe neteberree minhum kema teberreu minna kezalike yurihimullahu a’malehum haseratin aleyhim ve ma hum bi haricine minen nar: Tabi olanlar, diyecekler ki: “Keşke bize, tekrar dünyaya dönüş olsaydı da onların şimdi bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzak dursaydık.” Böylece, Allah, pişmanlıklarına sebep olan bütün bu yaptıklarının sonucunu onlara gösterir. Ve onlar ateşten çıkacak da değillerdir.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَـلَالاً طَـيِّباًۘ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

168. Ya eyyuhen nasu kulu mimma fil ardı halalen tayyiben, ve la tettebiu hutuvatiş şeytan, innehu lekum aduvvun mubin: Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan şeylerin helal ve tayyib olanlarından yiyin. Şeytanın izinden gitmeyin, çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.

اِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّٓوءِ وَالْفَحْشَٓاءِ وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

169. İnnema ye’murukum bis sui vel fahşai ve en tekulu alallahi ma la ta’lemun: O, size, ancak kötülüğü, fahşayı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemeyi telkin eder.

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَـتَّبِـعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ

170. Ve iza kile lehumuttebiu ma enzelallahu kalu bel nettebiu ma elfeyna aleyhi abaena e ve lev kane abauhum la ya’kılune şey’en ve la yehtedun: Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun.” denildiği zaman, onlar: “Hayır! Biz, atalarımızdan gördüğümüz şeylere uyarız.” derler. Ya ataları akıllarını kullanmayan ve doğru yolu bulamamış kimselerse?

وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذ۪ي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَٓاءًۜ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ

171. Ve meselullezine keferu ke meselillezi yen’ıku bi ma la yesmeu illa duaen ve nidaa, summun bukmun umyun fe hum la ya’kılun: Kafirlerin durumu, çağırmaktan, seslenmekten başka bir şey duymayan haykıran kimsenin durumu gibidir. Onlar; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu nedenle, akıllarını da kullanmazlar.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

172. Ya eyyuhellezine amenu kulu min tayyibati ma razaknakum veşkuru lillahi in kuntum iyyahu ta’budun: Ey iman edenler! Eğer, sadece O’na kulluk ediyorsanız, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin sağlıklı, temiz, ve iyi olanlarından yiyin ve Allah’a şükredin.

اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ بِه۪ لِغَيْرِ اللّٰهِۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

173. İnnema harrame aleykumul meytete ved deme ve lahmel hınziri ve ma uhille bihi li gayrillah, fe menidturra gayra bagin ve la adin fe la isme aleyh, innallahe gafurun rahim: O; size, sadece ölü hayvan etini, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Mecbur kalan bir kimsenin, haddi aşmamak ve istismar etmemek koşuluyla, bunları yemesinde bir günah yoktur. Kuşkusuz, Allah’ın Rahmeti Bol ve Kesintisiz’dir.

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۙ اُو۬لٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

174. İnnellezine yektumune ma enzelallahu minel kitabi ve yeşterune bihi semenen kalilen, ulaike ma ye’kulune fi butunihim illen nare ve la yukellimuhumullahu yevmel kıyameti ve la yuzekkihim, ve lehum azabun elim: Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir kısmını gizleyip, onu az bir değer karşılığında değiştirenler var ya, işte onlar, bununla karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah, onlarla Kıyamet Günü’nde ne konuşacak ne de onları temize çıkaracaktır. Ve onlar için can yakıcı bir azap vardır.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِۚ فَمَٓا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ

175. Ulaikellezineşteravud dalalete bil huda vel azabe bil magfireh, fe ma asberehum alen nar: İşte onlar, hidayete karşılık sapkınlığı satın alanlardır; bağışlanmaya karşılık azabı. Ateşe ne kadar dayanıklıdırlar!

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا فِي الْكِتَابِ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ۟

176. Zalike bi ennellahe nezzelel kitabe bil hakk, ve innellezinahtelefu fil kitabi le fi şikakin baid: İşte bu, Allah’ın Hakk olarak indirdiği Kitap hakkında, onların anlaşmazlığa düşmeleri ve derin bir ayrılık içinde olmalarındandır.

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

177. Leysel birre en tuvellu vucuhekum kıbelel maşrıkı vel magrıbi ve lakinnel birre men amene billahi vel yevmil ahırı vel melaiketi vel kitabi ven nebiyyin, ve atel male ala hubbihi zevil kurba vel yetama vel mesakine vebnes sebili, ves sailine ve fir rıkab, ve ekames salate ve atez zekat, vel mufune bi ahdihim iza ahed, ves sabirine fil be’sai ved darrai ve hinel be’s ulaikellezine sadaku, ve ulaike humul muttekun: Yüzünüzü doğu ve batı tarafına çevirmeniz bir değildir. Ama bir: Allah’a, Ahiret Günü’ne, meleklere, kitaplara ve nebilere iman etmek; malını sevdiği halde onu yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yol oğluna, yardım isteyenlere, rikab olanlara vermek; “salatı ikame etmek, zekat yapmak”, söz verdiği zaman sözünü yerine getirmek, sıkıntıda, zorlukta ve felakete uğrama durumunda sabretmektir. İşte bunlar, sadık olanlardır. Ve işte bunlar, takva sahibi olanlardır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

178. Ya eyyuhellezine amenu kutibe aleykumul kısasu fil katla el hurru bil hurri vel abdu bil abdi vel unsa bil unsa fe men ufiye lehu min ahihi şey’un fettibaun bil ma’rufi ve edaun ileyhi bi ihsan, zalike tahfifun min rabbikum ve rahmeh, fe meni’teda ba’de zalike fe lehu azabun elim: Ey iman edenler! Öldürülmelerde size kısas yazıldı; hüre hür, abde abd, kadına kadın. Ancak öldüren, öldürülenin kardeşi tarafından bağışlanırsa; örfe uygun şekilde, diyeti iyilikle ödemelidir. Bu Rabb’inizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra kim haddi aşarsa, onun için can yakıcı bir azap vardır.

وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

179. Ve lekum fil kısası hayatun ya ulil elbabi leallekum tettekun: Ey sağlıklı düşünen, sağduyu sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki takva sahibi olursunuz.

كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْراًۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ

180. Kutibe aleykum iza hadara ehadekumul mevtu in tereke hayra, el vasiyyetu lil valideyni vel akrabine bil ma’ruf, hakkan alel muttekin: Birinize ölüm geldiği zaman; eğer geride bir hayır bırakıyorsa, anneye, babaya, yakın akrabaya örfe uygun bir şekilde vasiyette bulunmak, takva sahibi olanların üzerine bir hak olarak yazıldı.

فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۜ

181. Fe men beddelehu ba’de ma semiahu fe innema ismuhu alellezine yubeddiluneh, innallahe semiun alim: Her kim, bu vasiyeti duyduktan sonra onu değiştirirse, doğrusu onun günahı değiştirenin üzerinedir. Kuşkusuz Allah, Her Şeyi Duyan’dır, Her Şeyi Bilen’dir.

فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفاً اَوْ اِثْماً فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟

182. Fe men hafe min musın cenefen ev ismen fe aslaha beynehum fe la isme aleyh, innallahe gafurun rahim: Kim, vasiyet edenin yanılacağından veya günaha gireceğinden endişe ederse, taraflar arasında uzlaşma sağlamasında, ona bir günah yoktur. Kuşkusuz Allah Çok Bağışlayıcı’dır, Rahmeti Kesintisiz’dir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ

183. Ya eyyuhellezine amenu kutibe aleykumus sıyamu kema kutibe alellezine min kablikum leallekum tettekun: Ey iman edenler! Sizden öncekilere yazıldığı gibi, siyam size de yazıldı. Umulur ki takva sahibi olursunuz.

اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْراً فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

184. Eyyamen ma’dudat, fe men kane minkum maridan ev ala seferin fe iddetun min eyyamin uhar ve alellezine yutikunehu fidyetun taamu miskin, fe men tatavvaa hayran fe huve hayrun leh, ve en tesumu hayrun lekum in kuntum ta’lemun: Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hastalanır veya seferde olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Onu tutmaya gücü yetenlerin, bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermesi gerekir. Böyle olmakla birlikte, kim gönlünden gelerek daha fazlasını yaparsa, bu, onun için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz, siyam yapmanız sizin için hayırlı olandır.

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

185. Şehru ramadanellezi unzile fihil kur’anu huden lin nasi ve beyyinatin minel huda vel furkan, fe men şehide minkumuş şehra fel yesumh, ve men kane maridan ev ala seferin fe iddetun min eyyamin uhar yuridullahu bikumul yusra ve la yuridu bikumul usra, ve li tukmilul iddete ve li tukebbirullahe ala ma hedakum ve leallekum teşkurun: Ramazan ayı ki: İnsanlar için hidayet rehberi olan, doğru yola ileten, doğru ile yanlışı birbirinden ayıran; apaçık kanıtları içeren Kur’an o ayda indirildi. Sizden, kim bu aya erişirse savm/siyam yapsın. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, sizin için zorluk değil kolaylık diler. Allah, belirlenen günlerin sayısını tamamlamanızı ve size doğru yolu gösterdiğinden, Kendisini yüceltmenizi ister ki böylece şükretmiş olursunuz.

وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ

186. Ve iza seeleke ıbadi anni fe inni karib ucibu da’veted dai iza deani, fel yestecibu li vel yu’minu bi leallehum yerşudun: Kullarım, sana, Ben’i sorarlarsa bilsinler ki Ben, yakınım. Bana dua edenin, duasına karşılık veririm. O halde onlar da Benim çağrıma uysunlar ve Bana gerçek anlamda iman etsinler. Böylece irşad olurlar.

اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَٓائِكُمْۜ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِۚ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَۙ فِي الْمَسَاجِدِۜ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

187. Uhılle lekum leyletes sıyamir refesu ila nisaikum hunne libasun lekum ve entum libasun lehun alimallahu ennekum kuntum tahtanune enfusekum fe tabe aleykum ve afa ankum, fel ane başiruhunne vebtegu ma keteballahu lekum, ve kulu veşrabu hatta yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecri, summe etimmus sıyame ilel leyli, ve la tubaşiruhunne ve entum akifune fil mesacid, tilke hududullahi fe la takrabuha kezalike yubeyyinullahu ayatihi lin nasi leallehum yettekun: Siyam gecesinde kadınlarınıza yaklaşmanız sizin için helal kılındı. Onlar, sizin için örtüdür; siz de onlar için örtüsünüz. Allah, nefsinize sahip olmadığınızı bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın, Allah’ın sizin için yazdığı şeyi isteyin. Şafak vaktinin siyah ipliği, beyaz ipliğinden ayırt edilme anına kadar, yiyin için. Sonra da geceye dek siyamı tamamlayın. Eğer mescitlerde itikaftaysanız onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki takva sahibi olursunuz.

وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَٓا اِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَر۪يقاً مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟

188. Ve la te’kulu emvalekum beynekum bil batılı ve tudlu biha ilel hukkami li te’kulu ferikan min emvalin nasi bil ismi ve entum ta’lemun: Birbirinizin mallarını haksız şekilde yemeyin. Günah olduğunu bildiğiniz halde, başkasının bir kısım mallarına haksız yere sahip olabilmek için hukuki hileye başvurmayın.

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِۜ قُلْ هِيَ مَوَاق۪يتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّۜ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَاۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

189. Yes’eluneke anil ehilleh, kul hiye mevakitu lin nasi vel hacc, ve leysel birru bi en te’tul buyute min zuhuriha ve lakinnel birre menitteka, ve’tul buyute min ebvabiha, vettekullahe leallekum tuflihun: Sana, ayın evrelerini soruyorlar. De ki: “O, insanlar ve hacc için bir zaman ölçüsüdür.” Evlerinize arkalarından girmeniz bir değildir; bir, takvalı davranmaktır. Öyleyse evlerinize kapılarından girin. Allah’a karşı takvalı olun ki kurtuluşa erebilesiniz.

وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ

190. Ve katilu fi sebilillahillezine yukatilunekum ve la ta’tedu innallahe la yuhıbbul mu’tedin: Sizinle savaşanlara karşı siz de Allah yolunda onlarla savaşın. Ama haddi aşmayın. Kuşkusuz Allah, haddi aşanları sevmez.

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَاَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ اَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِۚ وَلَا تُقَاتِلُوهُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتّٰى يُقَاتِلُوكُمْ ف۪يهِۚ فَاِنْ قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْۜ كَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ

191. Vaktuluhum haysu sekıftumuhum ve ahricuhum min haysu ahracukum vel fitnetu eşeddu minel katli, ve la tukatiluhum indel mescidil harami hatta yukatilukum fih, fe in katelukum faktuluhum kezalike cezaul kafirin: Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkartın. Zaten, fitne öldürmekten daha kötüdür. Onlar, Mescid-i Haram çevresinde sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Eğer savaşırlarsa, siz de savaşın. İşte Kafirlere verilecek karşılık böyledir.

فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

192. Fe inintehev fe innallahe gafurun rahim: Eğer vazgeçerlerse, kuşkusuz, Allah, Bağışlayıcı, Rahmeti Kesintisiz Olan’dır.

وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ لِلّٰهِۜ فَاِنِ انْتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ اِلَّا عَلَى الظَّالِم۪ينَ

193. Ve katiluhum hatta la tekune fitnetun ve yekuned dinu lillah, fe inintehev fe la udvane illa alez zalimin: Fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.

اَلشَّهْرُ الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ وَالْحُرُمَاتُ قِصَاصٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدٰى عَلَيْكُمْۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ

194. Eş şehrul haramu biş şehril harami vel hurumatu kısas, fe meni’teda aleykum fa’tedu aleyhi bi misli ma’teda aleykum, vettekullahe va’lemu ennellahe meal muttekin: Haram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler de karşılıklıdır. Kim, size saldırırsa siz de onlara aynı şekilde karşılık verin. Allah’a karşı takvalı olun. Ve iyi bilin ki Allah, takvalı olanlarla beraberdir.

وَاَنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا تُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِۚۛ وَاَحْسِنُواۚۛ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ

195. Ve enfiku fi sebilillahi ve la tulku bi eydikum ilet tehluketi, ve ahsinu, innallahe yuhıbbul muhsinin: Allah yolunda malınızı infak edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik yapın. Kuşkusuz, Allah, iyilik yapanları sever.

وَاَتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّٰهِۜ فَاِنْ اُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِۚ وَلَا تَحْلِقُوا رُؤُ۫سَكُمْ حَتّٰى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضاً اَوْ بِه۪ٓ اَذًى مِنْ رَأْسِه۪ فَفِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ اَوْ صَدَقَةٍ اَوْ نُسُكٍۚ فَاِذَٓا اَمِنْتُمْ۠ فَمَنْ تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ اِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ اِذَا رَجَعْتُمْۜ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌۜ ذٰلِكَ لِمَنْ لَمْ يَكُنْ اَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟

196. Ve etimmul hacce vel umrete lillah, fe in uhsirtum fe mesteysera minel hedyi ve la tahliku ruusekum hatta yeblugal hedyu mahilleh, fe men kane minkum maridan ev bihi ezen min ra’sihi fe fidyetun min sıyamin ev sadakatin ev nusuk fe iza emintum, fe men temettea bil umreti ilel haccı fe mesteysera minel hedyi, fe men lem yecid fe sıyamu selaseti eyyamin fil haccı ve seb’atin iza reca’tum tilke aşaratun kamileh, zalike li men lem yekun ehluhu hadırıl mescidil haram, vettekullahe va’lemu ennellahe şedidul ikab: Allah için Haccı ve Umreyi tam yapın. Eğer engellenirseniz, o zaman hediyeden kolayınıza gelen şeyi gönderin! Ancak hediye yerine ulaşıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin. Sizden hasta olan veya başından bir rahatsızlığı bulunan; oruç tutmalı veya sadaka vermeli ya da nusuktan sayılacak bir fidye vermeli! Emin olduğunuz vakitte; kim, hac vaktine kadar umre ile faydalanmak isterse, hediyeden kolayına geleni göndermeli! Fakat kim bulamazsa, hac günlerinde üç, döndükten sonra da yedi gün olmak üzere toplam on gün oruç tutsun. Bu, ailesi Mescid-i Haram çevresinde oturmayanlar içindir. Allah’a karşı takvalı davranın. Ve bilin ki Allah’ın cezası çok şiddetlidir.

اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ فَمَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ وَاتَّقُونِ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ

197. El haccu eşhurun ma’lumat, fe men farada fihinnel hacca fe la refese ve la fusuka ve la cidale fil hacc, ve ma tef’alu min hayrın ya’lemhullah, ve tezevvedu fe inne hayraz zadit takva, vettekuni ya ulil elbab: Hacc, bilinen aylardır. Kim haccı farz edinirse; o esnada, uygunsuz davranmak, fasıklık yapmak ve kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. Azık edinin. Kuşkusuz azığın en hayırlısı takvadır. Ey selim akıl sahipleri! Bana karşı takvalı olun!

لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَبْتَغُوا فَضْلاً مِنْ رَبِّكُمْۜ فَاِذَٓا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِۖ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدٰيكُمْۚ وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ

198. Leyse aleykum cunahun en tebtegu fadlan min rabbikum fe iza efadtum min arafatin fezkurullahe indel meş’aril haram, vezkuruhu kema hedakum, ve in kuntum min kablihi le mined dallin: Rabb’inizden lütuf istemenizde bir sakınca yoktur. Artık Arafat’tan ayrılıp, akın ettiğinizde Meş’ar-i Haram’da Allah’ı anın. O, size nasıl doğru yolu gösterdiyse, siz de O’nu öyle anın. Kuşkusuz, O, doğru yolu göstermeden önce siz sapkınlardandınız.

ثُمَّ اَف۪يضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

199. Summe efidu min haysu efadan nasu vestagfirullah, innallahe gafurun rahim: Sonra, insanların dağıldığı yerden siz de dağılın. Allah’tan bağışlanma dileyin. Kuşkusuz Allah, Çok Bağışlayıcı’dır, Rahmeti Kesintisiz’dir.

فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْراًۜ فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ

200. Fe iza kadaytum menasikekum fezkurullahe ke zikrikum abaekum ev eşedde zikra, fe minen nasi men yekulu rabbena atina fid dunya ve ma lehu fil ahirati min halak: Hacc menasiklerinizi bitirince, atalarınızı andığınız gibi; hatta daha güçlü bir şekilde Allah’ı anın. Kimi insanlar; “Ey Rabb’imiz, bize dünyada ver.” derler. Bu kimselerin ahirette bir payı yoktur.

وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

201. Ve minhum men yekulu rabbena atina fid dunya haseneten ve fil ahirati haseneten ve kına azaben nar: Kimileri de: “Rabb’imiz, bize dünyada da iyilik, ahirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru.” derler.

اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِ

202. Ulaike lehum nasibun mimma kesebu vallahu seriul hısab: İşte bunların, kazandıklarına karşılık payları vardır. Allah, hesabı çabuk görendir.

وَاذْكُرُوا اللّٰهَ ف۪ٓي اَيَّامٍ مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ تَعَجَّلَ ف۪ي يَوْمَيْنِ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۚ وَمَنْ تَاَخَّرَ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۙ لِمَنِ اتَّقٰىۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

203. Vezkurullahe fi eyyamin ma’dudat, fe men teaccele fi yevmeyni fe la isme aleyh, ve men teahhara fe la isme aleyhi, li menitteka vettekullahe va’lemu ennekum ileyhi tuhşerun: Sayılı günlerde Allah’ı anın. Kim acele edip, iki gün içinde dönerse ona günah yoktur. Kim geri kalırsa takvalı olduğu takdirde ona da günah yoktur. Allah’a karşı takvalı olun ve bilin ki O’nun huzurunda toplanacaksınız.

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللّٰهَ عَلٰى مَا ف۪ي قَلْبِه۪ۙ وَهُوَ اَلَدُّ الْخِصَامِ

204. Ve minen nasi men yu’cibuke kavluhu fil hayatid dunya ve yuşhidullahe ala ma fi kalbihi, ve huve eleddul hısam: Kimi insanın, dünya hayatı ile ilgili sözü senin hoşuna gider. Kalbindekine Allah’ı şahit tutar. Oysaki o düşmanların en azılısıdır.

وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ

205. Ve iza tevella sea fil ardı li yufside fiha ve yuhlikel harse ven nesl, vallahu la yuhıbbul fesad: Senden ayrılınca, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ürünü ve nesli yok etmeye çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُ اتَّقِ اللّٰهَ اَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْاِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُۜ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ

206. Ve iza kile lehuttekıllahe ehazethul izzetu bil ismi fe hasbuhu cehennem, ve le bi’sel mihad: Ona, “Allah’a karşı takvalı ol.” dendiği zaman, kendisini üstün görmesi onu günaha sevk eder. İşte böylesine Cehennem yeter. O, ne kötü bir döşektir!

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْر۪ي نَفْسَهُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ

207. Ve minen nasi men yeşri nefsehubtigae mardatillah, vallahu raufun bil ıbad: Kimi insanlar da kendisini Allah’ın rızasını kazanmaya adar. Allah, kullarına karşı Çok Şefkatli’dir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَٓافَّةًۖ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

208. Ya eyyuhellezine amenudhulu fis silmi kaffeh, ve la tettebiu hutuvatiş şeytan, innehu lekum aduvvun mubin: Ey iman edenler! Bir bütün olarak Silm’e girin. Şeytanın izinden gitmeyin. Kuşkusuz o, sizin apaçık düşmanınızdır.

فَاِنْ زَلَلْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

209. Fe in zeleltum min ba’di ma caetkumul beyyinatu fa’lemu ennallahe azizun hakim: Size gelen açık kanıtlara rağmen yine de ayağınız kayarsa, şunu iyi bilin ki Allah, Mutlak Üstün Olan’dır, En İyi Hüküm Veren’dir.

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَأْتِيَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَقُضِيَ الْاَمْرُۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟

210. Hel yenzurune illa en ye’tiyehumullahu fi zulelin minel gamami vel melaiketu ve kudiyel emr, ve ilallahi turceul umur: Yoksa onlar, Allah’ın ve meleklerin bulut gölgeleri içinden çıkıp gelmesini ve işlerini bitirmesini mi bekliyorlar? Oysa bütün işler, yalnızca Allah’a döndürülür.

سَلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ كَمْ اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ اٰيَةٍ بَيِّنَةٍۜ وَمَنْ يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

211. Sel beni israile kem ateynahum min ayetin beyyineh, ve men yubeddil ni’metallahi min ba’di ma caethu fe innallahe şedidul ikab: İsrailoğulları’na sor; Biz, onlara nice açık ayetler verdik. Kim, Allah’ın nimeti kendisine geldikten sonra onu değiştirirse; artık kuşkusuz Allah, Azabı Çok Şiddetli Olan’dır.

زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ

212. Zuyyine lillezine keferul hayatud dunya ve yesharune minellezine amenu, vellezinettekav fevkahum yevmel kıyameh, vallahu yerzuku men yeşau bi gayrihisab: Kafirlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar, iman edenlerle alay ederler. Oysa takva sahibi olan kimseler, Kıyamet Günü’nde onlardan üstün durumdadırlar. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.

كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْياً بَيْنَهُمْۚ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

213. Kanen nasu ummeten vahıdeten fe beasallahun nebiyyine mubeşşirine ve munzirine, ve enzele meahumul kitabe bil hakkı li yahkume beynen nasi fi mahtelefu fih, ve mahtelefe fihi illellezine utuhu min ba’di ma caethumul beyyinatu bagyen beynehum, fe hedallahullezine amenu li mahtelefu fihi minel hakkı bi iznih, vallahu yehdi men yeşau ila sıratın mustakim: İnsanlar bir tek ümmetti. Allah; onlara, haber verici ve uyarıcı nebiler gönderdi. Anlaşmazlığa düştükleri konularda aralarında Hakk ile hükmetmeleri için onlarla beraber Kitap indirdi. Kitap verilenler, kendilerine apaçık kanıtlar gelmesine rağmen, aralarındaki ihtiras nedeniyle onda anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, iman edenleri Kendi izni ile onların üzerinde ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Zira Allah, hak edeni doğru yola iletir.

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ

214. Em hasibtum en tedhulul cennete ve lemma ye’tikum meselullezine halev min kablikum messethumul be’sau ved darrau ve zulzilu hatta yekuler resulu vellezine amenu meahu meta nasrullah, e la inne nasrallahi karib: Sizden öncekiler gibi sıkıntı ve zorluklar çekmeden Cennet’e gireceğinizi mi sandınız? Onlara dokunan sıkıntı ve zorluklarla öylesine sarsıldılar ki Resul ve onunla birlikte olan Müminler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” dediler. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.

يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلْ مَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ

215. Yes’eluneke maza yunfikun, kul ma enfaktum min hayrin fe lil valideyni vel akrabine vel yetama vel mesakini vebnis sebil, ve ma tef’alu min hayrin fe innallahe bihi alim: Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “Hayır adına ne harcayabilirseniz; o, anne ve babaya, akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yol oğlunadır. Hayır adına her ne yaparsanız kuşkusuz Allah, Her Şeyi Bilir.”

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـٔاً وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟

216. Kutibe aleykumul kitalu ve huve kurhun lekum, ve asa en tekrehu şey’en ve huve hayrun lekum, ve asa en tuhıbbu şey’en ve huve şerrun lekum vallahu ya’lemu ve entum la ta’lemun: Hoşunuza gitmese de savaş üzerinize yazıldı. Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şeyde sizin için hayır, yine olur ki hoşunuza giden bir şeyde de sizin için şer vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ ف۪يهِۜ قُلْ قِتَالٌ ف۪يهِ كَب۪يرٌۜ وَصَدٌّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَكُفْرٌ بِه۪ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِه۪ مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّٰهِۚ وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِۜ وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتّٰى يَرُدُّوكُمْ عَنْ د۪ينِكُمْ اِنِ اسْتَطَاعُواۜ وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَـالِدُونَ

217. Yes’eluneke aniş şehril harami kıtalin fih, kul kıtalun fihi kebir, ve saddun an sebilillahi ve kufrun bihi vel mescidil harami ve ihracu ehlihi minhu ekberu indallah, vel fitnetu ekberu minel katl, ve la yezalune yukatilunekum hatta yeruddukum an dinikum inistetau ve men yertedid minkum an dinihi fe yemut ve huve kafirun fe ulaike habitat a’maluhum fid dunya vel ahireh, ve ulaike ashabun nar, hum fiha halidun: Sana, haram ayını ve onda savaşmanın durumunu soruyorlar. De ki: “O ayda savaşmak, büyük (günahtır.) ” Ancak, Allah’ın yolundan alıkoymak, onu ve Mescid-i Haram’ı küfretmek onun halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük (günahtır.) Zira fitne, öldürmekten daha kötüdür. Onlar, eğer güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar, sizinle savaşmaktan vazgeçmezler. Sizden kim, dininden döner ve kafir olarak ölürse işte onların dünyada da ahirette de yaptıkları boşa gitmiş olur. İşte onlar, ateşin ehlidir. Ve orada sürekli kalacaklardır.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

218. İnnellezine amenu vellezine haceru ve cahedu fi sebilillahi, ulaike yercune rahmetallah, vallahu gafurun rahim: İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; ancak bunlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah, Çok Bağışlayıcı’dır, Rahmeti Kesintisiz’dir.

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِۜ قُلْ ف۪يهِمَٓا اِثْمٌ كَب۪يرٌ وَمَنَافِـعُ لِلنَّاسِۘ وَاِثْمُهُمَٓا اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَاۜ وَيَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلِ الْعَفْوَۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَۙ

219. Yes’eluneke anil hamri vel meysir, kul fihima ismun kebirun ve menafiu lin nasi, ve ismuhuma ekberu min nef’ihima ve yes’eluneke maza yunfikun kulil afve, kezalike yubeyyinullahu lekumul ayati leallekum tetefekkerun: Sana hamrın ve şans oyunlarının hükmünü soruyorlar. De ki: “Her ikisinde de büyük günah vardır. İnsanlar için yararları olsa da. Günahları yararlarından daha büyüktür.” Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “Afvı.” Allah size ayetlerini böylece açıklamaktadır. Umulur ki düşünürsünüz.

فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْيَتَامٰىۜ قُلْ اِصْلَاحٌ لَهُمْ خَيْرٌۜ وَاِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَاِخْوَانُكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَعْنَتَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

220. Fid dunya vel ahirah ve yes’eluneke anil yetama kul ıslahun lehum hayr ve in tuhalituhum fe ıhvanukum vallahu ya’lemul mufside minel muslih ve lev şaallahu le a’netekum innallahe azizun hakim: Dünya ve ahiret hakkında… Bir de sana öksüzleri soruyorlar. De ki: “Onların hayatlarını düzene sokmak, sahipsiz bırakmaya göre hayırlı olandır.” Eğer birlikte yaşayacak olursanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncu olanla yapıcı olanı ayırt etmesini bilir. Eğer, Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Zira Allah, Çok Güçlü ve Her Şeye Egemen’dir.

وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّۜ وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْۚ وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَتّٰى يُؤْمِنُواۜ وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ اَعْجَبَكُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه۪ۚ وَيُبَيِّنُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ۟

221. Ve la tenkihul muşrikati hatta yu’minn, ve le emetun mu’minetun hayrun min muşriketin ve lev a’cebetkum, ve la tunkihul muşrikine hatta yu’minu ve le abdun mu’minun hayrun min muşrikin ve lev a’cebekum, ulaike yed’une ilen nar, vallahu yed’u ilel cenneti vel magfireti bi iznih, ve yubeyyinu ayatihi lin nasi leallehum yetezekkerun: İman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz de mü’min bir emet, müşrik bir kadına göre hayırlı olandır. İman etmedikçe, müşrik erkeklerle evlenmeyin. Beğenseniz de abd olan bir Mü’min, Müşrik bir erkeğe göre hayırlı olandır. Zira onlar ateşe çağırırlar. Allah ise izni ile Cennet’e ve bağışlanmaya çağırır. İnsanlara ayetlerini böyle açıklar. Umulur ki öğüt alıp düşünürler.

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَح۪يضِۜ قُلْ هُوَ اَذًىۙ فَاعْتَزِلُوا النِّسَٓاءَ فِي الْمَح۪يضِۙ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتّٰى يَطْهُرْنَۚ فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ

222. Ve yes’eluneke anil mahid, kul huve ezen, fa’tezilun nisae fil mahidi, ve la takrabuhunne hatta yathurn fe iza tetahherne fe’tuhunne min haysu emerekumullah innallahe yuhıbbut tevvabine ve yuhibbul mutetahhirin: Sana “adet görme durumundan” soruyorlar. De ki: “O bir rahatsızlıktır.” Kadınlar adet hali durumundayken onlardan uzak durun. Adet görme bitinceye kadar onlara yaklaşmayın. Adet hali bitince, onlara Allah’ın buyruğuna uygun şekilde yaklaşın. Kuşkusuz, Allah, tevbe edenleri sever. Ve temizlenenleri de sever.

نِسَٓاؤُ۬كُمْ حَرْثٌ لَكُمْۖ فَأْتُوا حَرْثَكُمْ اَنّٰى شِئْتُمْۘ وَقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ مُلَاقُوهُۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ

223. Nisaukum harsun lekum, fe’tu harsekum enna şi’tum ve kaddimu li enfusikum vettekullahe va’lemu ennekum mulakuh, ve beşşiril mu’minin: Kadınlarınız sizin için ürün veren kimselerdir. O halde, ürün vereninize istediğiniz gibi varın. Kendiniz için önceden hazırlık yapın. Allah’a karşı takvalı olun. Bilin ki muhakkak O’na kavuşacaksınız. Ve müminleri müjdele.

وَلَا تَجْعَلُوا اللّٰهَ عُرْضَةً لِاَيْمَانِكُمْ اَنْ تَبَرُّوا وَتَتَّقُوا وَتُصْلِحُوا بَيْنَ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

224. Ve la tec’alullahe urdaten li eymanikum en teberru ve tetteku ve tuslihu beynen nas, vallahu semiun alim: Sakın, Allah adına ettiğiniz yeminleri; iyilik yapmanıza, takva sahibi olmanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel kılmayın. Allah, Her Şeyi Duyan’dır, Her Şeyi Bilen’dir.

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ

225. La yuahızukumullahu bil lagvi fi eymanikum ve lakin yuahızukum bi ma kesebet kulubukum vallahu gafurun halim: Allah, kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden sizi sorumlu tutmaz. Ancak, kasıtlı yaptığınız yeminlerden sizi sorumlu tutar. Allah; Çok Bağışlayan’dır, Çok Hoşgörülü’dür.

لِلَّذ۪ينَ يُؤْلُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ تَرَبُّصُ اَرْبَعَةِ اَشْهُرٍۚ فَاِنْ فَٓاؤُ۫ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

226. Lillezine yu’lune min nisaihim terabbusu erbaati eşhur, fe in fau fe innallahe gafurun rahim: Kadınlarına yaklaşmamaya yemin eden kimseler için, dört ay bekleme süresi vardır. Eğer bu yeminlerinden dönerlerse; doğrusu Allah, Çok Bağışlayan’dır, Rahmeti Kesintisiz’dir.

وَاِنْ عَزَمُوا الطَّـلَاقَ فَاِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

227. Ve in azemut talaka fe innallahe semiun alim: Eğer boşamaya kesin karar verirlerse; kuşkusuz, Allah, Her Şeyi Duyan’dır, Her Şeyi Bilen’dir.

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحاًۜ وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟

228. Vel mutallakatu yeterabbasne bi enfusihinne selasete kuruin, ve la yahıllu lehunne en yektumne ma halakallahu fi erhamihinne in kunne yu’minne billahi vel yevmil ahır, ve buuletuhunne ehakku bi reddihinne fi zalike in eradu ıslaha, ve lehunne mislullezi aleyhinne bil ma’ruf, ve lir ricali aleyhinne dereceh, vallahu azizun hakim: Boşanan kadınlar, evlenmeksizin üç adet dönemi beklerler. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helal değildir. Eğer bu dönemde kocaları barışmak isterlerse, onlarla yeniden evlenmede daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin, kadınlar üzerindeki haklarına denk, kadınların da erkekler üzerinde meşru hakları vardır. Ancak erkekler, onlar üzerinde öncelik sahibidirler. Kuşkusuz, Allah; Mutlak Üstün Olan’dır, En İyi Hüküm Veren’dir.

اَلطَّـلَاقُ مَرَّتَانِۖ فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْر۪يحٌ بِاِحْسَانٍۜ وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَأْخُذُوا مِمَّٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ شَيْـٔاً اِلَّٓا اَنْ يَخَافَٓا اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۙ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا ف۪يمَا افْتَدَتْ بِه۪ۜ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَعْتَدُوهَاۚ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

229. Et talaku merratan, fe imsakun bi ma’rufin ev tesrihun bi ihsan, ve la yahıllu lekum en te’huzu mimma ateytumuhunne şey’en illa en yehafa ella yukima hududallah, fe in hıftum ella yukima hududallahi, fe la cunaha aleyhima fi meftedet bih, tilke hududullahi fe la ta’teduha, ve men yeteadde hududallahi fe ulaike humuz zalimun: Boşanma iki defadır. Bundan sonra evliliğinizi ya meşru bir şekilde sürdürün ya da iyilikle ayrılın. Kadınlara verdiklerinizden bir şeyi; kadın ve erkek, Allah’ın koyduğu yasaları ihlal etmedikçe geri almanız size helal olmaz. Fakat Allah’ın yasalarını çiğnemelerinden korkarsanız o zaman kadının boşanmak için fidye vermesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bunlar, Allah’ın koyduğu yasalardır. Sakın bunları çiğnemeyin. Kim Allah’ın koyduğu yasaları çiğnerse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتّٰى تَنْكِحَ زَوْجاً غَيْرَهُۜ فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يَتَرَاجَعَٓا اِنْ ظَـنَّٓا اَنْ يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ يُبَيِّنُهَا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

230. Fe in tallakaha fe la tahıllu lehu min ba’du hatta tenkiha zevcen gayrah, fe in tallakaha fe la cunaha aleyhima en yeteracea in zanna en yukima hududallah, ve tilke hududullahi yubeyyinuha li kavmin ya’lemun: Yine de karısını boşarsa, karısı başka biriyle evlenmedikçe artık kendisine helal olmaz. Şayet ikinci koca da onu boşarsa ve her ikisi de Allah’ın koyduğu yasalara uyacaklarını umut ederlerse, birbirlerine dönmelerinde bir sakınca yoktur. Bunlar, Allah’ın, anlayan bir topluma iyice açıkladığı yasalarıdır.

وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍۖ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَاراً لِتَعْتَدُواۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ وَلَا تَتَّخِذُٓوا اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواًۘ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَمَٓا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟

231. Ve iza tallaktumun nisae fe belagne ecelehunne fe emsikuhunne bi ma’rufin ev serrihuhunne bi ma’ruf, ve la tumsikuhunne dıraran li ta’tedu, ve men yef’al zalike fe kad zaleme nefseh, ve la tettehızu ayatillahi huzuva, vezkuru ni’metallahi aleykum ve ma enzele aleykum minel kitabi vel hikmeti yeızukum bih, vettekullahe va’lemu ennallahe bi kulli şey’in alim: Boşadığınız kadınlar, iddetlerini tamamlayınca, onları ya meşru bir şekilde tutun ya da meşru bir şekilde bırakın. Haklarını çiğneyip, zarar verecek şekilde onları tutmayın. Kim böyle davranırsa, kendisine zulmetmiş olur. Allah’ın ayetlerini hafife almayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini; size öğüt vermek için indirdiği Kitap’ı ve Hikmet’i aklınızdan çıkarmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Ve bilin ki Allah, Her Şeyi Gerçeğiyle Bilen’dir.

وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ اِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ ذٰلِكَ يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكُمْ اَزْكٰى لَكُمْ وَاَطْهَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

232. Ve iza tallaktumun nisae fe belagne ecelehunne fe la ta’duluhunne en yenkıhne ezvacehunne iza teradav beynehum bil ma’ruf, zalike yuazu bihi men kane minkum yu’minu billahi vel yevmil ahır, zalikum ezka lekum ve ather, vallahu ya’lemu ve entum la ta’lemun: Boşadığınız kadınlar, bekleme sürelerini tamamlayınca; aralarında meşru bir şekilde anlaştıkları takdirde, onların eşleriyle evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman edenlere yapılan bir öğüttür. Bu sizin için daha iffetli, daha temiz bir yoldur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُـتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ فَاِنْ اَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاۜ وَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

233. Vel validatu yurdı’ne evladehunne havleyni kamileyni li men erade en yutimmer radaah, ve alel mevludi lehu rızkuhunne ve kisvetuhunne bil ma’ruf, la tukellefu nefsun illa vus’aha, la tudarra validetun bi velediha ve la mevludun lehu bi veledihi ve alel varisi mislu zalik, fe in erada fısalen an teradın min huma ve teşavurin fe la cunaha aleyhima ve in eradtum en testerdıu evladekum fe la cunaha aleykum iza sellemtum ma ateytum bil ma’ruf, vettekullahe va’lemu ennellahe bi ma ta’melune basir: Emzirme süresini tamamlamak isteyenler için; annelerin çocuklarını emzirme süresi tam iki yıldır. Onların yiyeceklerini ve giyeceklerini meşru bir şekilde temin etmek babaya aittir. Hiç kimse, gücünün yeteceğinden daha fazlasıyla sorumlu değildir. Hiçbir anne, çocuğu nedeniyle sıkıntıya sokulmasın; hiçbir baba, çocuğu nedeniyle sıkıntıya sokulmasın. Ve mirasçı da aynı şekilde sorumludur. Eğer anne ve baba anlaşarak kendi rızaları ile çocuklarını sütten kesmek isterlerse, ikisi için de bir sakınca yoktur. Eğer çocuklarınızı emzirtmek isterseniz, meşru bir ücret ödediğiniz takdirde emzirtmenizde bir sakınca yoktur. Allah’a karşı takvalı olun. Ve bilin ki Allah, yaptığınız her şeyi görür.

وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجاً يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْراًۚ فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ

234. Vellezine yuteveffevne minkum ve yezerune ezvacen yeterabbasne bi enfusihinne erbeate eşhurin ve aşra, fe iza belagne ecelehunne fe la cunahe aleykum fi ma fealne fi enfusihinne bil ma’ruf, vallahu bi ma ta’melune habir: Sizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün beklerler. Bu süreyi tamamlayınca, kendi haklarında verecekleri meşru kararlarda sizin için bir sorumluluk yoktur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.

وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا عَرَّضْتُمْ بِه۪ مِنْ خِطْبَةِ النِّسَٓاءِ اَوْ اَكْنَنْتُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْۜ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ وَلٰكِنْ لَا تُوَاعِدُوهُنَّ سِراًّ اِلَّٓا اَنْ تَقُولُوا قَوْلاً مَعْرُوفاًۜ وَلَا تَعْزِمُوا عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتّٰى يَبْلُغَ الْكِتَابُ اَجَلَهُۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَل۪يمٌ۟

235. Ve la cunahe aleykum fima arradtum bihi min hitbetin nisai ev eknentum fi enfusikum, alimallahu ennekum se tezkurunehunne ve lakin la tuvaıduhunne sirran illa en tekulu kavlen ma’rufa, ve la ta’zimu ukdeten nikahı hatta yeblugal kitabu eceleh, va’lemu ennallahe ya’lemu ma fi enfusikum fahzeruh, va’lemu ennallahe gafurun halim: Bekleme süresini tamamlamamış kadınlara evlenme isteğinizi sezdirmeniz veya bunu içinizden geçirmenizde bir sakınca yoktur. Allah, sizin onlara karşı olan duygularınızı bilir. Ancak onlara meşru olmayan bir istekte bulunmayın. Kitaptaki emredilen bekleme süresi sona ermeden onlarla nikah akdi yapmaya kalkışmayın. Bilin ki Allah içinizden ne geçirdiğinizi bilir, O’na karşı gelmekten sakının. Bilin ki Allah, Çok Affedici, Çok Hoşgörülüdür.

لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ اَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَر۪يضَةًۚ وَمَتِّعُوهُنَّۚ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُۚ مَتَـاعاً بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ

236. La cunaha aleykum in tallaktumun nisae ma lem temessuhunne ev tefridu lehunne faridah ve mettiuhunne alel musiı kaderuhu ve alel muktiri kaderuh metaan bil ma’ruf, hakkan alel muhsinin: Dokunmadığınız veya onlar için farz kılınanı henüz farz kılmadığınız kadınları boşamanızda bir sorumluluk yoktur. Ancak onları faydalandırın. Maddi durumu iyi olan kendi imkanına göre, iyi olmayan da kendi imkanına göre onları meşru bir şekilde yararlandırsın. Bu, iyi kimselerin üzerinde bir haktır.

وَاِنْ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَر۪يضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ اِلَّٓا اَنْ يَعْفُونَ اَوْ يَعْفُوَا الَّذ۪ي بِيَدِه۪ عُقْدَةُ النِّكَاحِۜ وَاَنْ تَعْفُٓوا اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۜ وَلَا تَنْسَوُا الْفَضْلَ بَيْنَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

237. Ve in tallaktumuhunne min kabli en temessuhunne ve kadfaradtum lehunne faridaten fe nısfu ma faradtum illaen ya’fune ev ya’fuvellezi bi yedihi ukdetun nikah, ve en ta’fu akrabu lit takva ve la tensevul fadla beynekum innallahe bi ma ta’melune basir: Farz kılıp ta kendilerine dokunmadığınız kadınları boşarsanız, farz kılınanın yarısı onlarındır. Ancak kendisinin veya nikah akdini elinde tutanın, bundan vazgeçmesi hariç. Bununla birlikte, mehirin tamamının verilmesi takvaya daha uygundur. Aranızda birbirinize iyilik yapmayı ihmal etmeyin. Kuşkusuz, Allah, yaptığınız her şeyi görür.

حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلٰوةِ الْوُسْطٰى وَقُومُوا لِلّٰهِ قَانِت۪ينَ

238. Hafizu alas salavati ves salatil vusta ve kumu lillahi kanitin: Salatları ve salatı vustayı koruyucu olun. Allah için içtenlikli olmaya özen gösterin.

فَاِنْ خِفْتُمْ فَرِجَـالاً اَوْ رُكْبَـاناًۚ فَاِذَٓا اَمِنْتُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَمَا عَلَّمَكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ

239. Fe in hıftum fe ricalen ev rukbana, fe iza emintum, fezkurullahe kema allemekum ma lem tekunu ta’lemun: Eğer korkarsanız yaya veya binek üzerinde bulunduğunuzda da güvenlikte olduğunuz zamanda da bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah’ı anın.

وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجاًۚ وَصِيَّةً لِاَزْوَاجِهِمْ مَتَاعاً اِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ اِخْرَاجٍۚ فَاِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪ي مَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

240. Vellezine yuteveffevne minkum ve yezerune ezvaca, vasıyyeten li ezvacihim metaan ilel havli gayre ıhrac, fe in harecne fe la cunaha aleykum fi ma fealne fi enfusihinne min ma’ruf, vallahu azizun hakim: Sizden, ölüp de geride eşler bırakacak olan erkekler; eşlerinin evlerinden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin teminini vasiyet etsinler. Eğer, kendileri çıkmak isterlerse, kendi haklarında uygun olanı yapmalarında sizin için bir sorumluluk yoktur. Allah, Mutlak Üstün Olan’dır ve En Doğru Hüküm Veren’dir.

وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِۜ حَقاًّ عَلَى الْمُتَّق۪ينَ

241. Ve lil mutallakati metaun bil ma’ruf hakkan alel muttekin: Boşanmış kadınların geçimlerini meşru bir şekilde sağlamak, takva sahipleri için bir yükümlülüktür.

كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ۟

242. Kezalike yubeyyinullahu lekum ayatihi leallekum ta’kılun: İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar. Umulur ki aklınızı kullanırsınız.

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ اُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِۖ فَقَالَ لَهُمُ اللّٰهُ مُوتُوا ثُمَّ اَحْيَاهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ

243. E lem tera ilellezine haracu min diyarihim ve hum ulufun hazaral mevti, fe kale lehumullahu mutu summe ahyahum innallahe le zu fadlin alen nasi ve lakinne ekseren nasi la yeşkurun: Binlerce kişi oldukları halde, ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara “Ölün.” dedi; sonra, onlara hayat verdi. Allah, insanlara karşı lütuf sahibidir. Ancak insanların çoğu şükretmezler.

وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

244. Ve katilu fi sebilillahi va’lemu ennallahe semiun alim: O halde Allah yolunda savaşın. Ve bilin ki: Allah, Her Şeyi İşiten ve Her Şeyi Bilen’dir.

مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً فَيُضَاعِفَهُ لَهُٓ اَضْعَافاً كَـث۪يرَةًۜ وَاللّٰهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُۣطُۖ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

245. Menzellezi yukridullahe kardan hasenen fe yudaifehu lehu ed’afen kesirah, vallahu yakbidu ve yebsut ve ileyhi turceun: Kim Allah’a, Allah’ın karşılığını kat kat vereceği, karşılıksız bir borç vermek ister? Daraltan da genişleten de Allah’tır. Ve dönüşünüz yalnızca O’nadır.

اَلَمْ تَرَ اِلَى الْمَلَأِ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰىۢ اِذْ قَالُوا لِنَبِيٍّ لَهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكاً نُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ اِنْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ اَلَّا تُقَاتِلُواۜ قَالُوا وَمَا لَـنَٓا اَلَّا نُقَاتِلَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَقَدْ اُخْرِجْنَا مِنْ دِيَارِنَا وَاَبْنَٓائِنَاۜ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْا اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ

246. E lem tera ilel melei min beni israile min ba’di musa, iz kalu li nebiyyin lehumub’as lena meliken nukatil fi sebilillah, kale hel aseytum in kutibe aleykumul kıtalu ella tukatil, kalu ve ma lena ella nukatile fi sebilillahi ve kad uhricna min diyarina ve ebnaina fe lemma kutibe aleyhimul kıtalu tevellev illa kalilen minhum vallahu alimun biz zalimin: Musa’dan sonra İsrailoğulları’nın meleleri, nebilerine: “Bize bir komutan tayin et de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. O: “Ya savaş üzerinize yazılır da savaşmazsanız.” dedi. Onlar: “Yurdumuzdan çıkarılıp çocuklarımızdan koparılmışken, niçin Allah yolunda savaşmayalım?” dediler. Fakat üzerlerine savaş yazılınca da içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri çok iyi bilir.

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اللّٰهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكاًۜ قَالُٓوا اَنّٰى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ اَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنَ الْمَالِۜ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِۜ وَاللّٰهُ يُؤْت۪ي مُلْكَهُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ

247. Ve kale lehum nebiyyuhum innallahe kad bease lekum talutemelika, kalu enna yekunu lehul mulku aleyna ve nahnu ehakku bil mulki minhu ve lem yu’te seaten minel mal, kale innallahestafahu aleykum ve zadehu bestaten fil ilmi vel cism, vallahu yu’ti mulkehu men yeşau, vallahu vasiun alim: Nebileri onlara: “Allah size Talut’u komutan olarak tayin etti.” dedi. Onlar: “Biz komutanlığa ondan daha layık olduğumuz ve o fazla bir servete de sahip değilken, bize nasıl komutan olabilir?” dediler. O da: “Allah, onu üzerinize seçti, ona geniş bir bilgi ve üstün bir güç verdi.” dedi. Zira Allah, gücü hak edene verir. Allah, Her Şeyi Kuşatan ve Her Şeyi Bilen’dir.

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ اَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ اٰلُ مُوسٰى وَاٰلُ هٰرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ۟

248. Ve kale lehum nebiyyuhum inne ayete mulkihi en ye’tiyekumut tabutu fihi sekinetun min rabbikum ve bakiyyetun mimma terake alu musa ve alu harune tahmiluhul melaikeh, inne fi zalike le ayeten lekum in kuntum mu’minin: Nebileri onlara: “Onun komutanlık kanıtı, içinde Rabb’inizden bir sekine ve Musa ile Harun soyundan bakiye kalanların bulunduğu ve meleklerin taşıdığı, yüklendiği bir sandığın size gelmesidir. Eğer inanmış kimselerseniz, kuşkusuz bunda sizin için kesin bir ayet vardır.” dedi.

فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْۜ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ

249. Fe lemma fesale talutu bil cunudi, kale innallahe mubtelikum bi neher, fe men şeribe minhu fe leyse minni, ve men lem yat’amhu fe innehu minni illa menigterafe gurfeten bi yedih, fe şeribu minhu illa kalilen minhum fe lemma cavezehu huve vellezine amenu meahu, kalu la takate lenal yevme bi calute ve cunudih, kalellezine yezunnune ennehum mulakullahi, kem min fietin kaliletin galebet fieten kesiraten bi iznillah, vallahu meas sabirin: Talut, askerleriyle yola çıkınca onlara: “Allah, sizi bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Bir avuç kadar tatmakla yetinirse o bendendir.” dedi. Çok azı hariç, ondan doyasıya içtiler. O ve yanında yer alan inananlar, nehri geçince: “Bugün Calut’a ve askerlerine karşı savaşacak gücümüz kalmadı.” dediler. Allah’a kavuşacaklarına inananlar ise: “Nice az topluluklar, Allah’ın izni ile nice çok topluluklara galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir.” dediler.

وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ قَالُوا رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَۜ

250. Ve lemma berazu li calute ve cunudihi kalu rabbena efrig aleyna sabren ve sebbit ekdamena vensurna alel kavmil kafirin: Onlar, Calut ve askerleriyle karşı karşıya geldikleri zaman: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl, kafir kavme karşı bize yardım et.” dediler.

فَهَزَمُوهُمْ بِاِذْنِ اللّٰهِۙ وَقَتَلَ دَاوُ۫دُ جَالُوتَ وَاٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَٓاءُۜ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَ

251. Fe hezemuhum bi iznillahi, ve katele davudu calute ve atahullahul mulke vel hikmete ve allemehu mimma yeşau, ve lev la def’ullahin nase, ba’dahum bi ba’din le fesedetil ardu ve lakinnallahe zu fadlin alel alemin: Allah’ın izniyle onları yenilgiye uğrattılar. Davud, Calut’u öldürdü. Allah, O’na güç ve hikmet verdi. O’na dilediğinden öğretti. Eğer, Allah, insanların bir kısmını bir kısmıyla savmasaydı, yeryüzü bozguna uğrardı. Ancak, Allah, bütün alemlere karşı sınırsız lütuf sahibidir.

تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَاِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَ

252. Tilke ayatullahi netluha aleyke bil hakk, ve inneke le minel murselin: İşte bunlar Allah’ın ayetleridir. Biz onları sana gerçek olarak okuyoruz. Kuşkusuz sen gönderilenlerdensin.

تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍۜ وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلٰكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ۟

253. Tilker rusulu faddalna ba’dahum ala ba’d, minhum men kellemallahu ve rafea ba’dahum derecat, ve ateyna isabne meryemel beyyinati ve eyyednahu bi ruhıl kudus, ve lev şaallahu maktetelellezine min ba’dihim min ba’di ma caethumul beyyinatu ve lakinihtelefu fe minhum men amene ve minhum men kefer, ve lev şaallahu maktetelu ve lakinnallahe yef’alu ma yurid: İşte o elçiler ki her birine farklı lütuflarda bulunduk. Allah, onların kimisi ile konuşmuş, kimisinin de derecelerini yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa’ya beyyineler verdik ve onu Kudus’un Ruhu ile destekledik. Allah dileseydi, onlardan sonra gelenler, bunca açık kanıttan sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Yalnız onlar ihtilafa düştüler; onlardan kimisi iman etti, yine onlardan kimisi de inkar etti. Eğer Allah dileseydi birbirleriyle savaşmazlardı. Ancak, Allah neyi dilerse onu yapar.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌۜ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ

254. Ya eyyuhellezine amenu enfiku mimma razaknakum min kabli en ye’tiye yevmun la bey’un fihi ve la hulletun ve la şefaah, vel kafirune humuz zalimun: Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimizden infak edin; İçinde hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmeden önce. Gerçeği yalanlayan nankörler, zalimlerin ta kendileridir.

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ

255. Allahu la ilahe illa huvel hayyul kayyum, la te’huzuhu sinetun ve la nevm, lehu ma fis semavati ve ma fil ard, menzellezi yeşfeu indehu illa bi iznih ya’lemu ma beyne eydihim ve ma halfehum, ve la yuhitune bi şey’in min ilmihi illa bi ma şae, vesia kursiyyuhus semavati vel ard, ve la yeuduhu hıfzuhuma ve huvel aliyyul azim: Allah: O’ndan başka ilah yoktur. O, sürekli diridir, koruyup gözetendir. O’nda ne bir dalgınlık olur ne de O’nu bir uyku tutar. Göklerde ve yerde olan her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunabilecek kimmiş? Onların önlerinde ve arkalarında olan her şeyi bilir. Onlar, O’nun ilminden ancak dilediği kadarını kavrayabilirler. O’nun egemenliği yeri ve göğü kuşatmıştır. Bunları korumak O’na ağır gelmez. O, Çok Yüce ve Çok Güçlü’dür.

لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

256. La ikrahe fid dini kad tebeyyener ruşdu minel gayy, fe men yekfur bit taguti ve yu’min billahi fe kadistemseke bil urvetil vuska, lenfisame leha, vallahu semiun alim: Dinde zorlama yoktur. Artık, doğru olan yanlış olandan kesin olarak ayrılmıştır. Kim tağutu reddedip, Allah’a inanırsa, kuşkusuz ki kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuş olur. Allah, Her Şeyi İşiten ve Her Şeyi Bilen’dir.

اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟

257. Allahu veliyyullezine amenu, yuhricuhum minez zulumati ilen nur, vellezine keferu evliyauhumut tagutu yuhricunehum minen nuri ilaz zulumat, ulaike ashabun nar, hum fiha halidun: Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfredenlerin velileri ise tağutlardır; onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokar. İşte onlar ateş ehlidir ve orada sürekli kalacaklardır.

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ي حَٓاجَّ اِبْرٰه۪يمَ ف۪ي رَبِّه۪ٓ اَنْ اٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَۢ اِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّيَ الَّذ۪ي يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۙ قَالَ اَنَا۬ اُحْـي۪ وَاُم۪يتُۜ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ فَاِنَّ اللّٰهَ يَأْت۪ي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذ۪ي كَفَرَۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۚ

258. E lem tera ilellezi hacce ibrahime fi rabbihi en atahullahul mulk, iz kale ibrahimu rabbiyellezi yuhyi ve yumitu, kale ene uhyi ve umit, kale ibrahimu fe innallahe ye’ti biş şemsi minel maşrıkı fe’ti biha minel magribi fe buhitellezi kefer, vallahu la yehdil kavmez zalimin: Allah, kendisine mülk verdi diye İbrahim’le Rabb’i hakkında tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim: “Benim Rabb’im diriltir ve öldürür.” demişti. O da: “Ben de diriltir ve öldürürüm.” demişti. İbrahim: “Öyleyse, Allah Güneş’i doğudan çıkarıyor, sen de batıdan çıkar.” deyince, küfreden şaşırıp kaldı. Allah, zalim olan halka doğru yolu göstermez.

اَوْ كَالَّذ۪ي مَرَّ عَلٰى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَاۚ قَالَ اَنّٰى يُحْـي۪ هٰذِهِ اللّٰهُ بَعْدَ مَوْتِهَاۚ فَاَمَاتَهُ اللّٰهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُۜ قَالَ كَمْ لَبِثْتَۜ قَالَ لَبِثْتُ يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ اِلٰى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْۚ وَانْظُرْ اِلٰى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْماًۜ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۙ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

259. Ev kellezi merra ala karyetin ve hiye haviyetun ala uruşiha, kale enna yuhyi hazihillahu ba’de mevtiha, fe ematehullahu miete amin summe beaseh, kale kem lebist, kale lebistu yevme ev ba’da yevm, kale bel lebiste miete amin fenzur ila taamike ve şerabike lem yetesenneh, venzur ila hımarike ve li nec’aleke ayeten lin nasi venzur ilal izami keyfe nunşizuha summe neksuha lahma, fe lemma tebeyyene lehu, kale a’lemu ennallahe ala kulli şey’in kadir: Veya temelleri üzerine yıkılıp, harap olmuş beldeye uğrayan kimse gibi: “Ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltecek? Demişti. Bunun üzerine Allah, onu öldürüp yüz yıl ölü bıraktıktan sonra diriltti. Ona: “Ne kadar süre ölü kaldın?” dendi. O da: “Bir gün veya bir günden daha az.” dedi. Allah, “Hayır yüz yıl kaldın.” dedi. Buna rağmen yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış. Ve eşeğine de bak. Bu, insanlara ayet olman içindir. Şu kemiklere bir bak, onları nasıl düzenleyip sonra et giydiriyoruz.” Ona bu detaylı açıklama yapıldıktan sonra: “Artık anladım ki, kuşkusuz Allah, Her Şeye Güç Yetiren’dir.” dedi.

وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ي كَيْفَ تُحْـيِ الْمَوْتٰىۜ قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪يۜ قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءاً ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْت۪ينَكَ سَعْياًۜ وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟

260. Ve iz kale ibrahimu rabbi erini keyfe tuhyil mevta kale e ve lem tu’min kale bela ve lakin li yatmainne kalbi kale fe huz erbeaten minet tayri fe surhunne ileyke summec’al ala kulli cebelin minhunne cuz’en summed’uhunne ye’tineke sa’ya, va’lem ennallahe azizun hakim: Hani bir zamanlar İbrahim: “Ey Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster.” demişti. Allah: “İnanmıyor musun?” deyince; İbrahim: “Hayır, inanıyorum; ancak kalbimin yatışmasını istiyorum.” dedi. Allah: “Kuşlardan dört tane tut, onları iyice tanı, sonra her dağın başına onlardan bir parça koy, sonra onları kendine çağır, koşarak sana gelecekler.” dedi. Allah, Mutlak Üstün Olan ve En Doğru Hüküm Veren’dir.

مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ

261. Meselullezine yunfikune emvalehum fi sebilillahi ke meseli habbetin enbetet seb’a senabile fi kulli sunbuletin mietu habbeh, vallahu yudaifu li men yeşau, vallahu vasiun alim: Mallarını Allah yolunda infak edenlerin durumu, yedi başak bitiren ve her bir başakta yüz dane olan bir tohum tanesi gibidir. Allah hak edene kat kat verir. Allah, Yardımı Çok Kapsamlı Olan’dır, Her Şeyi Bilen’dir.

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَناًّ وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

262. Ellezine yunfikune emvalehum fi sebilillahi summe la yutbiune ma enfeku mennen ve la ezen lehum ecruhum inde rabbihim, ve la havfun aleyhim ve la hum yahzenun: Mallarını Allah yolunda infak edip de ardından yaptığı iyiliği başa kakmayarak yardımcı oldukları kimseleri incitmeyenlerin ödülleri Rabb’leri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.

قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَٓا اَذًىۜ وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَل۪يمٌ

263. Kavlun ma’rufun ve magfiretun, hayrun min sadakatin yetbeuha eza, vallahu ganiyyun halim: Ma’ruf bir söz ve bağışlayıcı olmak, ardından başa kakılarak eziyete dönüşen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, Hiçbir Şeye Muhtaç Olmayan’dır, Çok Şefkatli’dir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْداًۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ

264. Ya eyyuhellezine amenu la tubtılu sadakatikum bil menni vel eza, kellezi yunfiku malehu riaen nasi ve la yu’minu billahi vel yevmil ahır, fe meseluhu ke meseli safvanin aleyhi turabun fe esabehu vabilun fe terakehu salda, la yakdirune ala şey’in mimma kesebu vallahu la yehdil kavmel kafirin: Ey iman edenler! Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanmadığı halde, insanlara malını gösteriş yapmak için harcayan kimse gibi; sadakalarınızı başa kakarak ve inciterek boşa çıkarmayın. Böylelerinin durumu üzeri toprakla örtülü kaygan bir kayaya benzer. Sağanak bir yağmur yağınca, kaya çırılçıplak ortaya çıkar. Onlar, yaptıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, Kafir halka doğru yolu göstermez.

وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَتَثْب۪يتاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَاٰتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِۚ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

265. Ve meselullezine yunfikune emvalehumubtigae mardatillahi ve tesbiten min enfusihim ke meseli cennetin bi rabvetin esabeha vabilun fe atet ukuleha dı’feyn, fe in lem yusıbha vabilun fe tall, vallahu bima ta’melune basir: Allah’ın rızasına kavuşmak için, içten gelerek malını harcayan kimsenin durumu; kuvvetli yağmur yağdığında kat kat ürün veren, kuvvetli yağmur olmasa da çisentisinin yeteceği yüksek bir yerdeki cennete benzer. Allah, yaptığınız her şeyi görendir.

اَيَوَدُّ اَحَدُكُمْ اَنْ تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ لَهُ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۙ وَاَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَٓاءُۖ فَاَصَابَهَٓا اِعْصَارٌ ف۪يهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ۟

266. E yeveddu ehadukum en tekune lehu cennetun min nahilin ve a’nabin tecri min tahtihel enharu, lehu fiha min kullis semarati ve esabehul kiberu ve lehu zurriyyetun duafau fe esabeha ı’sarun fihi narun fahterakat kezalike yubeyyinullahu lekumul ayati leallekum tetefekkerun: Sizden biriniz ister mi ki: Kendisi yaşlanmış ve bakıma muhtaç çocukları da varken, içinde nehirler akan, her türlü meyvesi olan, hurma ve üzüm ağaçları bulunan bahçesini ateşten bir kasırga gelip yaksın. İşte, Allah, düşünesiniz diye ayetlerini böyle açıklıyor.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّٓا اَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِۖ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَب۪يثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِاٰخِذ۪يهِ اِلَّٓا اَنْ تُغْمِضُوا ف۪يهِۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ

267. Ya eyyuhellezine amenu enfiku min tayyibati ma kesebtum ve mimma ahracna lekum minel ard, ve la teyemmemul habise minhu tunfikune ve lestum bi ahızihı illa en tugmidu fih, va’lemu ennallahe ganiyyun hamid: Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin temiz ve iyi olanlarından ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin. Gözünüz kapalı kendinize almayacağınız, uygun görmediğiniz kötü şeyleri infak etmeyin. Bilin ki: Allah, Hiçbir Şeye Muhtaç Olmayan’dır, Övgüye Değer Yegane Varlık’tır.

اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَٓاءِۚ وَاللّٰهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلاًۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ

268. Eş şeytanu yeidukumul fakra ve ye’murukumbil fahşai vallahu yeidukum magfireten minhuve fadla, vallahu vasiun alim: Şeytan, yoksullukla size fahşayı telkin eder. Allah ise sizi bağışlama ve bol nimet söz veriyor. Allah, Yardımı Çok Kapsayıcı Olan’dır, Her Şeyi Bilen’dir.

يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْراً كَث۪يراًۜ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

269. Yu’til hikmete men yeşau, ve men yu’tel hikmete fe kad utiye hayran kesira, ve ma yezzekkeru illa ulul elbab: O hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse ona pek büyük bir hayır verilmiş demektir. Bunu ancak sağlıklı düşünen akıl sahipleri anlar.

وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ نَفَقَةٍ اَوْ نَذَرْتُمْ مِنْ نَذْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ

270. Ve ma enfaktum min nafakatin ev nezertum min nezrin fe innallahe ya’lemuh, ve ma liz zalimine min ensar: Nafaka olarak neyi infak eder veya adak olarak neyi adarsanız, Allah onu bilir. Zulmedenlerin hiçbir yardımcısı yoktur.

اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَۚ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَـرَٓاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّـَٔاتِكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ

271. İn tubdus sadakati fe niimma hiy, ve in tuhfuha ve tu’tuhal fukarae fe huve hayrun lekum ve yukeffiru ankum min seyyiatikum vallahu bi ma ta’melune habir: Sadakaları açıktan vermeniz güzeldir. Ancak fakirlere yapacağınız yardımı gizliden yaparsanız bu sizin için daha hayırlıdır. Bu, kötülüklerinizin bir kısmının kapanmasını sağlar. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.

لَيْسَ عَلَيْكَ هُدٰيهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَا تُنْفِقُونَ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ اللّٰهِۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ

272. Leyse aleyke hudahum ve lakinnallahe yehdi men yeşau, ve ma tunfiku min hayrin fe li enfusikum, ve ma tunfikune illebtigae vechillah, ve ma tunfiku min hayrin yuveffe ileykum ve entum la tuzlemun: Onları hidayete iletmek sana düşmez. Allah, hak edeni doğru yola iletir. Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah’ı hoşnut etmek için infak yaparsınız. Yapacağınız her hayrın karşılığı size tam olarak verilir ve size asla haksızlık yapılmaz.

لِلْفُقَـرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ضَـرْباً فِي الْاَرْضِۘ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَٓاءَ مِنَ التَّعَفُّفِۚ تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ لَا يَسْـَٔلُونَ النَّاسَ اِلْحَافاًۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ۟

273. Lil fukaraillezine uhsiru fi sebilillahi la yestatiune darben fil ardı, yahsebuhumul cahilu agniyae minet teaffuf, ta’rifuhum bi simahum, la yes’elunen nase ilhafa, ve ma tunfiku min hayrin fe innallahe bihi alim: Yardımlar Allah yolunda mahsur olan, çalışmaya güç yetiremeyen yoksullar içindir. Bilmeyenler, utangaçlıklarından dolayı onları zengin sanır. Sen, onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek kimseyi rahatsız etmezler. Hayır olarak ne infak ederseniz muhakkak Allah, onu bilir.

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِراًّ وَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

274. Ellezine yunfikune emvalehum bil leyli ven nehari sirran ve alaniyeten fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve la havfun aleyhim ve la hum yahzenun: Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık infak edenlerin ödüllerini Rabb’leri verecektir. Ve onlar için korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

اَلَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذ۪ي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه۪ فَانْتَهٰى فَلَهُ مَا سَلَفَۜ وَاَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ وَمَنْ عَادَ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

275. Ellezine ye’kuluner riba la yekumune illa kema yekumullezi yetehabbetuhuş şeytanu minel mess, zalike bi ennehum kalu innemal bey’u mislur riba, ve ehallallahul bey’a ve harramer riba fe men caehu mev’izatun min rabbihi fenteha fe lehu ma selef, ve emruhu ilallah, ve men ade fe ulaike ashabun nar, hum fiha halidun: Riba yiyenler, ancak şeytanın dokunuşuyla çarptığı kimselerin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de riba gibidir.” demelerindendir. Oysa Allah, alışverişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kim Rabb’inden gelen öğüde uyarak, ribadan vazgeçerse, geçmişte aldığı onundur. Onun kararı Allah’a kalmıştır. Kim tekrar ribaya dönerse, işte onlar ateş ehlidirler ve orada sürekli kalacaklardır.

يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَث۪يمٍ

276. Yemhakullahur riba ve yurbis sadakat, vallahu la yuhıbbu kulle keffarin esim: Allah, ribayı eksiltir, sadakaları da artırır. Allah, nankörlük ederek günahta ısrar edenleri sevmez.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

277. İnnellezine amenu ve amilus salihati ve ekamus salate ve atevuz zekate lehum ecruhum inde rabbihim, ve la havfun aleyhim ve la hum yahzenun: İman edip, salihatı yapanların, salatı ikame edenlerin ve zekatı yapanların ödülleri kuşkusuz Rabb’lerinin yanındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَذَرُوا مَا بَـقِيَ مِنَ الرِّبٰٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

278. Ya eyyuhellezine amenuttekullahe ve zeru ma bakiye miner riba in kuntum mu’minin: Ey iman edenler! Allah’a karşı takvalı olun. Eğer Mümin’seniz, ribadan geriye kalanı almayın.

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُ۫سُ اَمْوَالِكُمْۚ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ

279. Fe in lem tef’alu fe’zenu bi harbin minallahi ve resulih, ve in tubtum fe lekum ruusu emvalikum, la tazlimune ve la tuzlemun: Eğer bırakmazsanız, o zaman Allah ve Resul’ünün size savaş açacağını bilin. Eğer tevbe ederseniz, ana malınız sizindir. Böylece ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.

وَاِنْ كَانَ ذُوعُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ اِلٰى مَيْسَرَةٍۜ وَاَنْ تَصَدَّقُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

280. Ve in kane zu usratin fe naziratun ila meysereh ve en tesaddeku hayrun lekum in kuntum ta’lemun: Eğer borçlu dardaysa ona ödemede kolaylık sağlayın, eğer alacağınızı bağışlarsanız, bunun sizin için daha hayırlı olduğunu bilin.

وَاتَّقُوا يَوْماً تُرْجَعُونَ ف۪يهِ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ۟

281. Vetteku yevmen turceune fihi ilallahi summe tuveffa kullu nefsin ma kesebet ve hum la yuzlemun: Allah’a döndürüleceğiniz gün için takvalı olun. O gün, hiç kimseye haksızlık yapılmaksızın, yaptıklarının karşılığı tam olarak verilecektir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُۜ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِۖ وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّٰهُ فَلْيَكْتُبْۚ وَلْيُمْلِلِ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْـٔاًۜ فَاِنْ كَانَ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَف۪يهاً اَوْ ضَع۪يفاً اَوْ لَا يَسْتَط۪يعُ اَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِۜ وَاسْتَشْهِدُوا شَه۪يدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْۚ فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَٓاءِ اَنْ تَضِلَّ اِحْدٰيهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْدٰيهُمَا الْاُخْرٰىۜ وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَٓاءُ اِذَا مَا دُعُواۜ وَلَا تَسْـَٔمُٓوا اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغ۪يراً اَوْ كَب۪يراً اِلٰٓى اَجَلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَاَدْنٰٓى اَلَّا تَرْتَابُٓوا اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُد۪يرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَلَّا تَكْتُبُوهَاۜ وَاَشْهِدُٓوا اِذَا تَبَايَعْتُمْۖ وَلَا يُضَٓارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَه۪يدٌۜ وَاِنْ تَفْعَلُوا فَاِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

282. Ya eyyuhellezine amenu iza tedayentum bi deynin ila ecelin musemmen fektubuh, velyektub beynekum katibun bil adl, ve la ye’be katibun en yektube kema allemehullahu felyektub, velyumlilillezi aleyhil hakku velyettekıllahe rabbehu ve la yebhas minhu şey’a, fe in kanellezi aleyhil hakku sefihan ev daifen ev la yestatiu en yumille huve felyumlil veliyyuhu bil adl, vesteşhidu şehideyni min ricalikum, fe in lem yekuna raculeyni fe raculun vemraetani mimmen terdavne mineş şuhedai en tedılle ıhdahuma fe tuzekkire ıhdahumal uhra ve la ye’beş şuhedau iza ma duu, ve la tes’emu en tektubuhu sagiran ev kebiran ila ecelih, zalikum aksatu indallahi ve akvemu liş şehadeti ve edna ella tertabu illa en tekune ticareten hadıraten tudiruneha beynekum fe leyse aleykum cunahun ella tektubuha ve eşhidu iza tebaya’tum, ve la yudarra katibun ve la şehid, ve in tef’alu fe innehu fusukun bikum, vettekullah, ve yuallimukumullah, vallahu bi kulli şey’in alim: Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borç verdiğiniz zaman onu yazın. Yazan her kimse, onu adaletle yazsın. Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borçlu olan da yazdırsın. Rabb’i olan Allah’a karşı takvalı olsun, ondan hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer borçlu aklı ermez, aciz veya kendi söyleyip yazdıramayacak durumda birisi ise, velisi, onu adaletli bir şekilde yazdırsın. Erkeklerinizden de iki tanık tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, o zaman razı olacağınız tanıklardan bir erkek ve biri şaşırdığında diğeri ona hatırlatacak iki kadın tanık tutun. Tanıklar, çağrıldıkları zaman kaçınmasınlar. Az olsun çok olsun onu vadesiyle birlikte yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allah katında en adil, tanıklık için daha sağlam ve şüphe etmemeniz için daha uygundur. Ancak, aranızda hemen devredip durduğunuz ve peşin olarak yaptığınız ticaret başka, bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman tanık bulundurun. Tanık olana da yazana da zarar verilmesin. Eğer bunu yaparsanız kendinize kötülük yapmış olursunuz. Allah’a takvalı olun. Allah, size gerekli olanı öğretiyor. Ve Allah, Her Şeyi Bilen’dir.

وَاِنْ كُنْتُمْ عَلٰى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِباً فَرِهَانٌ مَقْبُوضَةٌۜ فَاِنْ اَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضاً فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُۜ وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَۜ وَمَنْ يَكْتُمْهَا فَاِنَّهُٓ اٰثِمٌ قَلْبُهُۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ۟

283. Ve in kuntum ala seferin ve lem tecidu katiben fe rihanun makbudah, fe in emine ba’dukum ba’dan felyueddillezi’tumine emanetehu velyettekıllahe rabbeh, ve la tektumuş şehadeh, ve men yektumha fe innehu asimun kalbuh, vallahu bi ma ta’melune alim: Eğer yolculukta olup da yazıcı bulamazsanız, alınan rehinler yeterlidir. Eğer, birbirinize güveniyorsanız, güvenilen kimse, üzerindeki emaneti ödesin. Rabb’i olan Allah’a takvalı olsun. Ve tanık olduğunuz şeyi gizlemeyin. Kim onu gizlerse kalben günah işlemiş olur. Allah, yaptığınız her şeyi bilir.

لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِنْ تُبْدُوا مَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُمْ بِهِ اللّٰهُۜ فَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

284. Lillahi ma fis semavati ve ma fil ard, ve in tubdu ma fi enfusikum ev tuhfuhu yuhasibkum bihillah, fe yagfiru limen yeşau ve yuazzibu men yeşau, vallahu ala kulli şey’in kadir: Gökte ve yerde olan her şey, Allah’ındır. İçinizde olanı açıklasanız da gizleseniz de Allah, sizi onunla hesaba çeker. Allah hak eden kimseyi bağışlar, hak eden kimseye de azap eder. Allah, Her Şeye Güç Yetiren’dir.

اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه۪ وَالْمُؤْمِنُونَۜ كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ۜ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِه۪۠ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ

285. Amener resulu bima unzile ileyhi min rabbihi vel mu’minun, kullun amene billahi ve melaiketihi ve kutubihi ve rusulih, la nuferriku beyne ehadin min rusulih, ve kalu semi’na ve ata’na gufraneke rabbena ve ileykel masir: Resul, Rabb’inden kendisine indirilene iman etti, Mü’minler de. Hepsi; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman ettiler: “Biz, O’nun resullerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabb’imiz! Bizi bağışla, dönüşümüz ancak Sana’dır.” dediler.

لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۜ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠ اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ

286. La yukellifullahu nefsen illa vus’aha leha ma kesebet ve aleyha mektesebet rabbena la tuahızna in nesina ev ahta’na, rabbena ve la tahmil aleyna ısran kema hameltehu alellezine min kablina, rabbena ve la tuhammilna ma la takate lena bih, va’fu anna, vagfir lena, verhamna, ente mevlana fensurna alel kavmil kafirin: Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazla yük yüklemez. Herkesin yaptığı iyilik lehine, kötülük de aleyhinedir. “Rabb’imiz! Unutur veya yanlış yaparsak, bizi sorumlu tutma. Rabb’imiz! Bize daha öncekilere yüklediğin gibi zor şeyler yükleme. Rabb’imiz! Bize gücümüzün üzerinde bir sorumluluk yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen, Mevlamız’sın. Gerçeği yalanlayan nankörler toplumuna karşı bize yardım et.

Devamını Oku

Astroloji falı geleceğin sırlarını görebilir mi?

Astroloji falı geleceğin sırlarını görebilir mi?
85

BEĞENDİM

ABONE OL

Fenomen astrologlar tarafından yapılan günlük burç yorumları; gazete, kitap, dergi, televizyon ve dijital medya içeriklerinde popülariteyi yakaladı. Bireylerin ve toplumun inançlarını, kültürel yapısını, sistemli ve disiplinli bir şekilde değiştirdi. Modern çağın insanları hangi burcun sahibi olduğunu bilmekle beraber kendi hayatlarını, arkadaşlarını, eşini, işini, kariyer hedeflerini, yıldızların astronomik hareketlerine ve konumlarına göre planlayarak yaşamaya başladı.

Astroloji falı geleceğin sırlarını görebilir mi?

Klaudlos Ptolemalos, ”Tetrabiblios” adlı eserinde ”güneş, ay ve gezegenlerin insan davranışı üzerindeki etkilerini” kaleme aldı. Astroloji’nin bir bilim dalı olarak algılanmasında önemli bir rol oynadı. Marcus Manlius Capitolinus, adında bir Romalı şair tarafından 1473 yılında ”Astronomicon” eseri yayınladı. Batı dünyasında astroloji bir bilim dalı olarak kabul görmeye başladı. İsaac Newton, Aristoteles fiziğini bilimsel bir zeminde yıkmasıyla beraber akademik dünya da ortaya çıkan keşifler sayesinde Astroloji’nin bilimsel bir dayanağı kalmadı.

5 Aralık 1985 yılında Shawn Carlson’ın Nature dergisinde yayınladığı makalesinde bilgi türüyle uyumlu bilimsel deney standartlarında Astrologların doğum haritalarına karşılık gelen kişilik testlerini eşleme performansı ölçüldü. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletlerinden gelen astrologlar gerçekleştirilen bilimsel deneyin adil bir sisteme dayandığı düşüncedesinde hemfikirdi. Shawn Carlson, yapılan testin neticesinde ‘astrolojik hipotezi açıkça çürüttüğü’ sonucuna vardı.

Girişimci, politikacı, yazar, yayıncı, sirk ve illüzyon ustası olan ünlü şovmen Phineas Taylor Barnum: ”Herkese uygun bir gösterimiz var!” sloganıyla psikoloji sahnesinde psikolog Bertram Robin Forer’in dikkatini çekmişti. 1948 yılında öğrencilerine psikolojik değerlendirme testi çözdürdü. Test sonuçlarına özel olarak bireysel kişilik tahlilleri hazırladığını açıkladı. Zarfın içinde psikoloji öğrencilerine dağıttı. Kişilik tahlillerinin uyumluluğunu ve doğruluğunu 0 ile 5 puan sisteminde değerlendirmelerini istedi. Öğrenciler, ortalama 4.26 puan kullandı. Gerçek şu ki; psikolog Bertram Robin Forer’in çalışmasındaki kişilik tahlilleri, rast gelecek şekilde astroloji sayfalarından alınan burç yorumlarıydı. Bunun yanı sıra; öğrencilerine ayrı değil aynı yıldız falı yorumlarını vermişti. Psikoloji öğrencileri içinde bulundukları bu durumdan habersizdi. Tahlil edilen kişilik tanımlamalarının kendi kişiliklerine özel hazırlandığını düşünüyorlardı.

İnsanların algılarına ve duygularına yakın bir konumda, özenle hazırlanmış genel ve belirsiz kişilik betimlemeleri tasarlanır. İnsanlar; astroloji, grafoloji, tarot, falcılık türlerinde kabul görmüş inanışları ve tanımlamaları kendilerine has bir dokunuşla sahiplenerek eşsiz kişiliklerine yakıştırır. Psikoloji de insanların içinde bulunduğu bu duruma ”Forer – Barnum etkisi” denir. Örnek olarak aşağıdaki yazımızı inceleyebilirsiniz.

Özgür bir düşünür olmayı tercih ediyorsunuz. İnsanların sizi sevmesini, değer vermesini, saygı göstermesini istiyorsunuz. Bu konuda hassas bir tavrınız var. İnsanların sizin için düşündüklerini zekice onlara itiraf ettirmeyi seviyorsunuz. İnsanların endişelerine bağlı kalarak verdiğiniz doğru kararların kabul görmemesi yüzünden kendinizi kısıtlanmış hissediyorsunuz. Fazla efor sarf etmeden kendi içinizde değişme eğiliminiz var. Bu durumda sonuca ulaşamıyorsunuz. Güçlü yönlerinizi insanlara gösteriyor, zayıf yönlerinizi ise; içe dönük ve sessiz bir şekilde gizleyip geliştiriyorsunuz.

Astronomi: ”Astron ve nomos” sözcüklerinden türetilmiştir. Eski yunan dilinde ”yıldızların yasası” anlamına gelir. Yaşadığımız Dünya’nın atmosferi dışında kalan gökcisimlerinin kökenlerini, dağılımlarını, hareket kabiliyetlerini, kimyasal bileşenlerini, fiziksel özelliklerini, evrimlerini, birbirleriyle etkileşimlerini gözlemleyen ve analiz eden, kanıtlarla beslenen doğa bilim dalına; ”Astronomi” yani ”Gökbilim” denir. Astroloji ile bilimsel bir ilişkisi yoktur.

Astroloji ve Burçların İslam’da yeri var mı?

Astroloji: gökyüzündeki yıldızların hareket diliyle özenle tasarlanmış bir geleceğin insan yaşamındaki yerini, olay ve olguların fiziksel ve psikolojik etkilerini önceden bildirmeye dayanmış kadim bir inanış sistemidir. Astroloji ”yıldız falcılığı” anlamında tanımlanır. Oysa ki, gelecek zamanın görünümü tam olarak bilinmeyen, görülmeyen, algılanamayan, yaşanılmamış bir alemdir. Astrologlar tarafından gerçekleşmesi kesin hükmünde verilen bu mitolojik iddiaların kehanet olarak kabul görülmeden terkedilmesi gerekir.

Zeyd ibni Halid el Cühenî Radiyallahu Anh şöyle dedi: ”Rasulullah Hz. Muhammed Hudeybiye’de gece yağan yağmurun ardından sabah namazını kıldırdı. Namazı bitirince insanlara yöneldi ve şöyle buyurdu: “Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?” Sahabeler: ”Allah ve Resulü daha iyi bilir dediler.” Hz. Muhammed şöyle buyurdu: Allah-u Teâlâ dedi ki; Kullarımdan bazıları bana inanmış, bazıları da inkâr etmiş oldu. Kim Allah’ın kerem ve rahmetiyle bize yağmur yağdı derse o kimse inanmış ve burçların tesirini inkâr etmiştir. Kim de şu ve şu yıldızın etkisiyle bize yağmur yağdı derse o kimse beni inkâr etmiş ve burçların tesirine inanmıştır.

İslam âlimleri ”astroloji, grafoloji, tarot, falcılık” türlerinin küfür ve şirk olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Yıldızların astronomik hareketlerinin insanlar üzerinde bir tesiri yoktur. Hz. Muhammed (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: ”Bir kimse gider de verdiği haber konusunda kâhini tasdik ederse, Allah’ın Muhammed’e indirdiğini inkâr etmiş olur.”

Yüce Allah: And olsun biz, gökyüzünde burçlar yarattık. Gökyüzüne ibretle bakan kimseler için yıldızlarla süsledik. Göğe burçlar yerleştiren, orada bir ışık kaynağı (güneş) ve aydınlatıcı bir ay yaratanın şanı çok yücedir. Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de bilemezler. Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar. Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da olmasın.” buyurur.

Devamını Oku

Ömür; ”Yaşayarak okuduğunuz bir kitaptır.”

Ömür; ”Yaşayarak okuduğunuz bir kitaptır.”
112

BEĞENDİM

ABONE OL

İnsanların sevdiği, hayal ettiği, özendiği bu dünya hayatını kesintisiz bir huzur ve güzellikler içinde yaşamaları mümkün değildir. Her insan elinde olduğu imkanların ve değerlerin daha iyisini arama, bulma, sahibi olma arzusuyla meşguldür. Şu anı yaşayan insanların sahip oldukları yeni değerler gelecekte planlanan kazanımların eskisi durumundadır. Bu yüzden dünyevi hayatın her dokusunda insanların sahip olduğu her şey değersizdir.

Sınırsız bir hayal gücüne sahip olan insanlar, dünyevi yaşamda sahip oldukları sınırlı imkanlarıyla hayal ettiği her şeyin peşinde koşmaya devam etmektedir. Her şeyin sahibi olmak isteyen insanlar, yaşadığı şuanda ve gelecekte elindekileri kaybetmekle sınanır. Buna rağmen bu gerçeği kabul etmez. Direniş gösterir. Varlığının taşıdığı anlamı, yaratılış gayesini ve yaratıcının yanındaki kıymetini unutur. Oysa ki, İçinizdeki güzellikler ve çirkinlikler, iyilikler ve kötülükler, doğrular ve yalanlar, günahlar ve sevaplar sizinle konuşur. Onları yalnızca siz duyarsınız. İnsanlar, bilinmesini uygun gördüğünüz kadar içinizdeki sesin hikayesini dinler. Aklınızdan, fikrinizden, kalbinizden geçen niyetleri göremezler.

İnsanın düşünen ve sorgulayan yetisi sayesinde hayatın anlamını bilmek ve yaşamına dair bir amaç bulmak ister. Tam bu nokta da her insan kendi yaşam tarzına uygun olarak hayatın anlamını yorumlar. Bazılarına göre insan varlığının bütünüyle bir anlamı hayatın ise bir amacı yoktur. Bazılarına göre hayatın anlamı bir ayna gibidir; nasıl bakarsanız kendinizi öyle görürsünüz. Bazılarına göre hayatın anlamı; bilgili, erdemli, ahlaklı bir insan onuruna sahip olarak yaşamaktır. Bazılarına göre ise hiç kimseye mahcup ve muhtaç olmadan mütevazi bir yaşam sürmektir.

Bazılarına göre geçmişe dönüp zamanı geriye doğru almak insanların imkanları ve kudreti dahilinde olan bir durum değildir. Bunun bilincinde hareket eder. Kendilerine ait olmayan bir yaşamın belirsizliği içinde gelecek hayata anlam yüklemezler. Bunun yerine şu anı yaşamayı, keyif almayı, acıyı en aza indirip mutlu ve huzurlu olmayı tercih ederler. Bazılarına göre hayatın anlamı; edindiği küçük ya da büyük serveti, bazılarına göre ailesi, bazılarına göre de yaşadığı dini inançlarıdır.

İnsanların yaratılış gayesi nedir?

İnsanlar ve yaşayan tüm canlılar, yegane yaratıcı tarafından yokluk aleminden varlık alemine çıkarıldı. İnsanların ruhani varlığına belirli bir vakte kadar ömür sürdürebileceği etten ve kemikten tasarlanmış bir beden giydirildi. İnsanların ömrüne bir dünya hayatı verildi. İnsanlığın doğuşuyla beraber sonradan sahibi olduğu bu naçizane emanet hayatın yaratılış gayesi nedir? Allahü Teâlâ yeryüzünde halife kıldığı insanları ne için yarattığını şöyle buyurdu: 

”Ben cinleri ve insanları bana ibadet (kulluk) etsinler diye yarattım.” Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.”

Allahu Teâlâ nasıl bir yaratıcıdır?

Allah, kendisinden başka hiç bir ilah olmayandır. Diridir. Kayyumdur. O’nu ne bir uyuklama tutabilir, nede bir uyku. Göklerde ve yerlerde her şey O’nundur. İzin almaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kullarının önlerindekileri (yaptıklarını) ve arkalarındakileri (yapacaklarını) bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.

Yaşam ve ölüm ne için yaratıldı?

Hükümranlık elinde olan Allah, yücedir. Şüphesiz, her şeye hakkıyla gücü yetendir. Yüce Allah, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. Taneyi ve çekirdeği yarıp filizlendirendir. Ölüden diriyi çıkarır. Diriden de ölüyü çıkarır. Mutlak güç sahibidir. Bağışlayandır. Peki Allah’tan nasıl çevriliyorsunuz? Allah’ın varlığının delillerinden biri de şudur: Sen yeryüzünü boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar kabarır. Şüphesiz ki, onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü hakkıyla yetendir. Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: “Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?” De ki: “Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir.”

Ölümün varlığını unutup dünya hayatını yaşamayı seven insanlar ebedi hayatın özlemiyle dolu yaşar. Oysa ki, insanın nihai amacı ve hayatın anlamı: ”Yüce Allah’ın rızasını kazanmaktır.”

Devamını Oku

Kur’an-ı Kerim: Fâtiha Suresi Türkçe Meali

Kur’an-ı Kerim: Fâtiha Suresi Türkçe Meali
38

BEĞENDİM

ABONE OL

Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, ne Tevrat’ta ne de İncil’de Ümmü’l-Kur’ân olan Fâtiha gibi bir sûre indirmiştir. es-Seb‘u’l-Mesâni odur. Yüce Allah: ”O, benim ile kulum arasında ikiye taksim edilmiştir. Kuluma da is­tediği verilecektir.” buyurmaktadır.” Sahâbeden Ebû Sâid el-Mualla anlatıyor: “Mescidde namaz kılıyordum. Resûlullah (s.a.s.) beni çağırdı, fakat davetine icâbet edemedim. Daha sonra: ”Ey Allah’ın Rasûlu namaz kılıyordum” diyerek mazaretimi beyân ettim. Peygamberimiz: “Yüce Allah: Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman onlara uyun! diye buyurmuyor mu?” dedi. Sonra: “Mescitten çıkmadan önce Kur’ân-ı Kerîm’deki en büyük sûreyi sana öğreteceğim” buyurdu. Sonra elimden tuttu. Mescitten çıkmak istediğini görünce: ”Bana Kur’ân-ı Kerîm’deki en büyük sûreyi öğreteceğini söylememiş miydiniz?” dedim. Şöyle buyurdu: “Evet o, Elhamdülillâhi rabbilâlemin’dir. Ba­na verilen es-Seb‘u’1-Mesânî ve Kur’ân-ı Azîm odur.”

Müfessir Mücâhid’den nakledilen bir rivayet şöyledir: “Şüphesiz lanetli İblîs dört defa sarsıla sarsıla inlemiştir. Lanete uğradığı zaman, cennetten kovulduğu zaman, Hz. Muhammed (s.a.s.) peygamber ola­rak gönderildiği zaman ve Fâtiha sûresi indirildiği zaman.” Kur’ân-ı Kerîm, en büyük şifa kaynağıdır. O, insanlığın mânevî dertlerine devâ olduğu gibi, maddi hastalıklara da şifa olmaktadır. Kur’an’ın bu hususiyeti, Fâtiha sûresinde daha çok kendini göstermektedir. Konu ile ilgili rivayetlerde şu bilgiler yer alır: Allah Resûlü (s.a.s.) buyurdu ki: “Fâtihatü’l-Kitâb, bütün hastalıklara şifadır.” Sahâbeden Ebû Sâid el-Hudrî (r.a.), bir sefer esnasında kendisini yılan ısırmış bir kabile reisine Fâtiha sûresini okumuş ve o da iyileşmiştir.

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

1. Bismi(A)llâhi-rrahmâni-rrahîm(i): Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla:

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

2. Elhamdu li(A)llâhi rabbi-l’âlemîn(e): Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ

3. Errahmâni-rrahîm(i): O, Rahmân ve Rahîm’dir.

مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ

4. Mâliki yevmi-ddîn(i): O, hesap ve ceza gününün tek sahibidir.

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ

5. İyyâke na’budu ve-iyyâke nesta’în(u): Rabbimiz! Sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım isteriz.

اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ

6. İhdinâ-ssirâta-lmustakîm(e): Bizi dosdoğru yola eriştir;

صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ

7. Sirâta-lleżîne en’amte ‘aleyhim ġayri-lmaġdûbi ‘aleyhim velâ-ddâllîn(e): Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!

Devamını Oku